Ara

Bismillahirrahmanirrahim

Yüce Allah buyuruyor ki:"Ben cinleri de, insanları da bana ibadet etmekten başka, bir şey için yaratmadım. Ben onlardan bir rızık da istemiyorum. Bana yedirmelerini de istemiyorum. Çünkü şüphesiz ki Allah'tır, hem rızkı veren, hem pek çetin kudret ve kuvvet sahibi olan." (ez-Zâriyât, 51/56-58)İbn

Ömer Radıyallahu anh'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "İslam beş temel üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermek, hac ve ramazan orucu(nu tutmak)." (Buhârî, I, 8 -lafız ona ait-; Muslim, I, 45)

6 Eylül 2009 Pazar

MESCİD’İN MİSYONU

Mescid bina etmenin fazileti:
Mescidler Allah’ın evleridir. Yeryüzü parçalarının en hayırlıları, Allah’ın en sevdiği mekânlardır. Mescid bina etmek en büyük ibadetlerden bir ibadet, yüce Allah'a yakınlaştırıcı en büyük amellerdendir. Yüce Allah mescid bina etmeyi imanın alâmetlerinden birisi olarak değerlendirmiştir. O şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve âhiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan... kimseler imar eder." (et-Tevbe, 9/18) Görüldüğü gibi şanı yüce Allah mescidleri -şeref ve faziletleri dolayısıyla- bizzat kendisine izafe etmiştir.

CEMAATLE NAMAZ

İbadetlerde aslolan, insanın onları hakkını edâ etmek ve nimetlerine şükür olmak üzere Allah’ın emrine uyarak yerine getirmesidir. İbadetler ruhta sağlamca yer edinen akidenin amelî bir ifadesidir. Akidenin sağlıklı ve doğru olması oranında insan edâ ettiği ibadetler hususunda yüce Allah’ın gösterdiği yol üzere dosdoğru yürüyebilir.
İslâm namaza çok büyük bir önem vermiştir. Namazı emretmiş, onu terketmeyi sakındırmıştır. Belli zamanlarda namaz kılmak üzere toplanmayı teşrî’ etmiştir. Her gün ve gecede müslümanlar namazı edâ etmek üzere beş defa bir araya gelirler. Her hafta cuma namazını kılmak üzere toplanırlar. Cuma namazındaki bu toplanma günlük toplanmadan daha fazladır. Her yıl iki kere tekrarlanan bayram namazları için toplanma ise, her şehrin cemaati için bir toplantıdır. Bu, haftalık toplantıdan daha büyüktür.

İstiskâ Namazının Kılınış Şekli

İstiskâ namazı iki rekâttir. el-Muğnî adlı eserde şöyle denilmektedir: İstiskâ namazının kılınacağını kabul eden kimseler arasında iki rekât olduğu hususunda görüş ayrılığı olduğunu bilmiyoruz.844 Kılınış yeri ve hükümleri itibariyle tıpkı bayram namazının şekil ve hükümleri gibidir. Çünkü İbn Abbas Radıyallahu anh'dan rivâyete göre; Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem pek iyi olmayan bir kılık ile çıktı... Bayramda kıldığı şekilde iki rekât namaz kıldı.845
Tirmizî dedi ki: Şafiî der ki: İstiskâ namazını bayram namazları gibi kılar. Birinci rekâtte yedi tekbir, ikinci rekâtte beş tekbir getirir. O bu hususta İbn Abbas’ın rivâyet ettiği hadisi delil gösterir.846
İstiskâ namazının musallâda (şehir dışındaki namazgâhta) kılınması müstehabtır. Bu, rekât sayıları bakımından, Kur'ân okuyuşu bakımından ve hutbeden önce kılınması yönüyle, her iki rekâtte kıraatten önce tekbirleri itibariyle, hep bayram namazı gibidir. Ancak istiskâ namazının muayyen bir vakti yoktur. Fakat namaz kılınması yasak olan vakitlerde kılınmaz. Çünkü istiskâ namazının vakti geniştir. Nehy zamanında yapılmasına ihtiyaç yoktur.

31 Ağustos 2009 Pazartesi

NAFİLELER

1. Revâtib (Nafileler)
Tatavvu’ (nâfile) namazın meşrûiyeti:
Şanı yüce Allah'ın hikmetinin, kullarına rahmetinin bir tecellisi olarak tatavvu’ (nâfile) namaz kılmayı meşrû kılmıştır. Farz olan herbir ibadet türünden -bu yolla farzlarda meydana gelebilecek eksiklikler telafi edilebilsin diye- bir de tatavvu çeşidi kılmıştır.

CENAZE NAMAZI VE İLGİLİ Dİ/ER HUSUSLAR

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki biz Ademoğullarını şerefli ve üstün kıldık. Onlara karada ve denizde taşıyacak vasıtalar verdik. Kendilerine hoş ve temiz rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan oldukça üstün kıldık." (el-İsrâ, 17/70)
Gerçekten yüce Allah Âdemoğlunu şerefli kılmış, yarattıklarının çoğuna onu üstün yaratmıştır. Onun şerefli ve üstün oluşunun görüntüleri hayatta çok açık ve nettir. Bunlardan birisi yüce Allah'ın onu yarattığı şekildir. Ona bağışlamış olduğu yeryüzünde halifelik makamına getirilmesi ile uyumlu fıtrî istidadlardır. Ona etrafındaki kâinatı, o hayattaki görevini yerine getirmesine yardımcı olacak şekilde müsahhar kılmış, emrine vermiştir. Meleklerin O'na secde etmelerini isteyerek onu şereflendirmiş, Kur'ân-ı Kerim'de bunu sözkonusu ederek bu şereflendirilişini ebedileştirmiştir.

NAMAZI TERKEDENİN HÜKMÜ

Yüce Allah insanı kendisine ibadet etmek için yaratmıştır. Yüce Allah buyuruyor ki: "Ben cinleri ve insanları bana ibadet etmekten başka, birşey için yaratmadım." (ez-Zariyat, 51/56) Onu bir günde beş vakit namaz kılmakla yükümlü tutmuştur. Yüce Allah başkasında bulunmayan birtakım özellikleri bu ibadete tahsis etmiştir. O İslamda Allah'ın farz kıldığı ilk ibadettir. Dinde en son kaybedilecek olandır. Yüce Allah'ın semada miraç gecesinde farz kıldığı ve kulun amelleri arasında ilk hesaba çekileceği amelidir. Kul aklı başında kaldığı sürece farz oluşu da üzerinden kalkmaz. Bu ibadet İslâmın direğidir, hür de, köle de, erkek de, dişi de, mukim de, yolcu da, zengin de, fakir de, sağlıklı da, hasta da, yöneten de, yönetilen de eda eder.
Kur'ân-ı Kerim'de en çok anılan farz budur. Ebu Abdullah dedi ki: Kâfirler cehennem ateşine girdikten sonra onlara bir şekilde soru sorulacağı bize anlatılmaktadır: "Sizi Sekara (cehenneme) ne sürükledi? Derler ki: Biz namaz kılanlardan değildik!" (el-Müddessir, 74/42-43)
Namazı terkedişlerinden önce azab edilmelerine sebeb herhangi bir ameli sözkonusu etmeyeceklerdir.558
Oruç, hac ve sadaka gibi diğer amellerin kabul edilmesi, namazın kılınmış olmasına bağlıdır. Çünkü İbn Ömer'den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Ben insanlarla Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet getirinceye, namazı kılıncaya ve zekâtı verinceye kadar... savaşmakla emrolundum."559
Özetle namaz ibadetlerin en önemlisidir. Bir mazeret olması hali dışında ertelenmesi caiz değildir.
Âkil ve bâliğ müslümana namaz kılmak farzdır. Çünkü Âişe Radıyallahu anha Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Kalem (sorumluluk) üç kişiden kaldırılmıştır. Uyanıncaya kadar uyuyandan, ergenleşinceye kadar çocuktan, aklı başına gelinceye kadar deliden."560
Ay hali ve lohusa olanların dışındakilere farzdır. Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye şöyle demiştir: Küçük çocuk buluğa erse, yahut bir kâfir müslüman olsa yahut ay hali olan kişi temizlense, yahut delinin aklı başına gelse ve henüz namaz vakti çıkmamış ise kaza olarak değil, eda olarak namazı kılmaları gerektiği bilinen bir husustur. Bunlar vakit çıktıktan sonra gerçekleşirse (o hallerinde iken geçirdikleri namazları için) herhangi bir günahları yoktur.561
Bunlara Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in daveti ulaşmadıkça namaz da üzerlerine vacib olmaz. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz bir rasûl göndermedikçe, azab ediciler değiliz." (el-İsra, 17/15); "...Ta ki insanların peygamberlerden sonra Allah'a karşı ileri sürecekleri bir delilleri kalmasın." (en-Nisâ, 4/165)
Namazı Terkeden
Çoğu müslüman namaz hususunda işi önemsememeye başlamış, namazdan yana gaflete dalmış, onu kaybetmişlerdir. Hatta kimileri namazı o derece önemsemez hale gelmiş ki, büsbütün terketmiş bulunmaktadır. Yüce Allah ise şöyle buyurmaktadır: "İşte (böyle) namaz kılanların vay haline ki; onlar namazlarından gaflet içindedirler. Onlar hem riyakârlık yapanların ta kendileridir, hem mâûnu (en ufak çapta yardımlaşmayı) da engellerler." (el-Mâûn, 107/4-7)
Bu buyrukla yüce Allah namazı vaktinden sonraya bırakanları -daha sonra kılsalar bile- veyl ile tehdit etmektedir. Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Bunlardan sonra ise namazı zayi eden, arzularına uyan bir kavim geldi. İşte onlar gayy ile karşılaşacaklardır." (Meryem, 19/59)
Hakim, Abdullah (b. Mesud) Radıyallahu anh'dan yüce Allah'ın: "İşte onlar gayy ile karşılaşacaklar." buyruğu hakkında şöyle dediğini rivâyet etmektedir: O cehennemde dibi oldukça derin, tadı oldukça kötü bir ırmaktır.562
Ebu Umame el-Bâhilî'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Ben Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i şöyle buyururken dinledim: "Eğer onlarca ve onlarca ağırlığında bir kaya cehennemin kıyısından atılacak olursa, yetmiş yıl boyunca cehennemin dibine ulaşmaz. Sonra Gayy ve Esâma ulaşır. Ben: Gayy ve Esâm nedir diye sordum. O: Cehennemin dibinde iki kuyudurlar, dedi. Cehennemliklerin irinleri onlara akar. İşte Allah'ın kitabında: "İşte onlar gayy ile karşılaşacaklar." (Meryem, 19/59) buyruğu ile: "Esâmâ" (el-Furkan, 25/68) buyruğunda zikrettiği bunlardır."463
Câbir Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Kişi ile şirk ve küfür arasında namazı terketmek vardır."564
Şevkânî dedi ki: Hadis namazı terketmenin küfrü gerektiren hususlardan olduğuna delildir. Namazın farziyetini inkâr ederek terkedenin kâfir olduğu hususunda müslümanlar arasında bir görüş ayrılığı yoktur. Eğer İslama yeni girmiş bir kimse ise yahutta namazın farz olduğuna dair bilginin kendisine ulaşabileceği bir süre kadar müslümanlarla birlikte kalmamışsa, müstesnâdır. Eğer namazı terketmesi -farz olduğuna inanmakla birlikte- tembellikten kaynaklanıyor ise -insanların çoğunun hali nitekim böyledir- bu hususta insanlar farklı görüşlere sahibtirler.565
İbnu'l-Kayyim dedi ki: Farz olan namazı kasten terketmenin en büyük günahlardan, büyük günahların büyüklerinden olduğu ve bunun günahının Allah nezdinde canı öldürmek günahından, malı almak günahından, zina, hırsızlık, içki içmek günahlarından daha büyük olduğu, bu kimsenin yüce Allah'ın cezasına ve gazabına layık olduğu, dünya ve âhirete rezil ve rüsvay edilmekle karşı karşıya olduğu hususlarında müslümanlar ihtilâf etmemişlerdir.566
Mükellef bulunduğu farz namazı terkeden bir kimse, şâyet farziyetini inkar ediyor ve bu hususta mazur görülebilecek bir hali yoksa, inkârı dolayısıyla kâfir olur. İsterse namaz kılsın. Çünkü o dinden olduğu kesinlikle bilinen bir hususu inkâr etmiş, Allah'ı ve Rasûlünü yalanlamış olur. Böyle bir kimse öldürülür. Çünkü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem: "Dinini değiştireni öldürünüz."567 diye buyurmuştur. Böyle birisine mürted hükümleri uygulanır.
Şâyet namazın farziyetine inanmakla birlikte vakit çıkana kadar tembellik ederek terkedecek olursa, böyle bir kimsenin durumu hakkında ilim ehli arasında görüş ayrılığı vardır. Böyle birisinin dinden çıkacak şekilde kâfir olduğu, tevbe edip namaz kılmadığı takdirde öldürüleceği söylendiği gibi, bunun kâfir olmayıp, fasık olacağı, tevbe ederse mesele kalmayacağı, aksi takdirde had olmak üzere öldürüleceği de söylenmiştir.
Bir diğer görüşe göre ne kâfir olur, ne öldürülür. Aksine böyle bir kimse tazir cezasına çarptırılır. (Hadden aşağı hafif cezalarla cezalandırılır) ve namaz kılıncaya ya da ölünceye kadar hapsedilir.
Birinci görüşü seleften bir topluluk kabul edilmiştir. Bu görüş Ali b. Ebi Talib'den rivâyet edilmiş olup, Ahmed b. Hanbel'den gelen iki rivâyetten birisi de böyledir. Abdullah b. el-Mübarek, İshak b. Rahaveyh de böyle demiştir. Şafiî mezhebine mensub bazı ilim adamlarının benimsediği bir görüş budur.
İkinci görüşü Malik ve Şafiî kabul etmiştir. Üçüncü görüşü Ebu Hanife, Kûfe ahalisinden bir topluluk ve Şafiî mezhebine mensub el-Muzenî kabul etmiştir.568
Namazı terkedenin öldürüleceği görüşünü kabul edenler yüce Allah'ın şu buyruğunu delil gösterirler: "O haram aylar çıkınca artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün. Onları yakalayın, onları alıkoyun, onların bütün geçit yerlerini tutun. Eğer tevbe edip, namaz kılar ve zekat verirlerse yollarını serbest bırakın." (et-Tevbe, 9/5) Âyet-i kerime yollarını serbest bırakmak için tevbeyi şart koşmaktadır. Yapılacak ilk iş namazı dosdoğru kılmaktır. Eğer bu şart tahakkuk etmezse öldürülmeleri gerekir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem de şöyle buyurmuştur: "Ben Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şahidlik edinceye, namazı dosdoğru kılıncaya, zekâtı verinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Şâyet bunu yaparlarsa kanlarını ve mallarını bana karşı korumuş olurlar. İslamın hakkı ile olması müstesnâ. Hesapları ise Allah'a aittir."569 Bu hususta hadisler pek çoktur.
İkinci görüşün sahibleri böyle bir kimsenin kâfir olmayacağına, yüce Allah'ın: "Şüphesiz Allah kendisine eş koşulmasını mağfiret etmez. Ondan başkasını ise dileyeceğine mağfiret eder." (en-Nisa, 4/48 ve 116) buyruğunu delil gösterirler. Yine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in Enes b. Malik tarafından rivâyet edilen Muâz b. Cebel hadisini de delil gösterirler: "Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğuna şehadet eden herbir kulu mutlaka Allah cehennem ateşine haram kılar..."570
Buna yakın bir ifade Ebu Hureyre Radıyallahu anh ve başkalarının rivâyet ettikleri hadislerde vârid olmuştur.
Üçüncü görüşün sahipleri böyle bir kimsenin kâfir olmayacağına, ikinci görüşü savunanların delillerini göstermişler. Öldürülmeyeceğine dair de Mesruk'un, Abdullah'tan yaptığı şu rivâyeti delil gösterirler. Buna göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, benim Allah'ın Rasûlu olduğuma şehadet eden müslüman bir kimsenin kanı ancak şu üç husustan birisi ile helâl olabilir: Cana karşılık can, zina eden evli, Allah'ın dininden çıkıp cemaati terkeden kimse."571 Burada ise namazdan sözedilmemektedir.
Şevkânî der ki: Doğru olan görüş namazı terk edenin kâfir olduğu ve öldürüleceğidir. Kâfir oluşu şeriat koyucunun namaz kılana bu ismi verdiğine ve kişi ile ona bu ismi vermek arasındaki engelin namaz kılmak olduğuna dair hadislerin sahih olarak bize gelmiş olmasıdır. Buna göre namazı terketmek böyle bir ismi vermenin caiz olmasını gerektirmektedir. Öncekilerin ileri sürdüğü birtakım itirazların hiçbirisi bizi bağlamaz. Çünkü bizler şunu söylüyoruz: Bazı küfür çeşitlerinin mağfirete ve şefaate hak kazanmaya mani olmaması mümkündür. Kıble ehline mensub kimselerin şariin "küfür" adını verdiği birtakım günahlar dolayısıyla kâfir olması gibi. Buna göre insanların dar geçitlerine düştüğü bir takım tevillere başvurmayı gerektiren bir husus bulunmamaktadır.572
Şevkânî böyle bir kimsenin öldürülmesi gerektiğine dair görüşe yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de yollarını serbest bırakmayı, tevbe, namazı kılmak ve zekâtı vermek şartına bağlamış olmasını delil göstermektedir. Buna göre namaz kılmayan bir kimse serbest bırakılmaz. Ayrıca açıkça öldürülmeyi gerektiren, sünnetten sahih olarak ulaşmış delilleri de buna gerekçe göstermektedir. Öldürülmeyeceğini söyleyenlerin delili olan: "Müslüman kanı... başkasıyla helal olmaz" hadisinin mefhumunun bu itibar ile sahih ve sarih rivâyetlerin mantuku (sözlerinden anlaşılan ifade) ile çelişmeyeceğini sözkonusu etmektedir.573
Namazı terkedenin kâfir olmadığı ve öldürülmeyeceğini öngörenlerin ileri sürdükleri deliller ve bunların namazı terkeden kimselerin kâfir olduğunu açıkça ifade eden hadislerdeki küfrün dinden çıkmak anlamındaki bir küfür olmayıp, nimete karşı küfür (nankörlük) yahutta büyük küfürden daha küçük bir küfür olduğu şeklindeki tevillerine gelince, bu da bir kaç şekilde cevablandırılabilir.
Herşeyden önce namazı terkeden bir kimse, İslâmın rükunlerinden birisini yıkmış olmaktadır. Bu ise İslâm yapısının içerden yıkılmasını, gevşetilmesini ve böyle bir kimsenin İslâm dairesinden çıkıp, küfre girmesini gerektirmektedir. Özellikle namaz iki zıt şey olan iman ile küfür arasındaki ayırıcı sınırdır. Bunların birbirleri ile içiçe olmalarına imkân yoktur. Kişinin dinden çıkacağı anlamıyla kâfir olacağına dair delil teşkil eden nasslar ise sahih ve sarihtir. Hiçbir şekilde tevile ihtiyacı yoktur. Bunlardan birisi de Enes b. Malik'in Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'ın şöyle dediğine dair rivâyetidir: "Kul ile şirk arasında namazı terketmekten başka hiçbir şey yoktur. Kişi namazı terketti mi artık şirk koşmuş olur."574
Yine Peygamber şöyle buyurmaktadır: "İslamın kulpları ve dinin kaideleri üç tanedir. İslâm onlar üzerine tesis edilmiştir. Bunlardan birisini terkeden bir kimse o şeye kâfir demektir. Kanı ise helâldir. (Bunlar) Allah'tan başka ilâh olmadığına şehadet getirmek, farz olan namaz ve ramazan orucudur."575
Acaba İslâmdan çıkan kimseden başkasının kanı helâl olur mu?
Namazı terkeden kimsenin kâfir olmayacağına dair ileri sürülen delillere gelince, bizler bunları düşündüğümüz vakit, bu delillerin, kâfir olacağını söyleyenlerin söyledikleriyle çelişmediğini görürüz.576 İcma da namazı terkeden kimsenin kâfir olacağına delil teşkil etmektedir.577
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye şöyle demektedir: Eğer kişi içten içe namazı kabul ediyor, farz olduğuna inanıyorsa ve öldürülünceye kadar namazı terketmekte ısrar ediyor ve namaz kılmıyorsa; böyle bir duruma Âdem oğulları ve adetleri arasında rastlanılamaz. Bundan ötürü bu İslâmda katiyyen meydana gelmiş bir şey değildir... Kişi öldürülünceye kadar namaz kılmamaya devam ediyorsa, içten içe onun farz olduğunu hiçbir zaman kabul etmiyor, onu yerine getirmekle kendisini yükümlü görmüyor demektir. Böyle birisi de müslümanların ittifakı ile kâfirdir.578
Namazı terkedenin öldürüleceğini kabul eden ilim ehli kimseler, bu kişi had olarak mı öldürülür, yoksa kâfir olarak mı öldürülür, hususunda farklı görüşlere sahibtirler.579 Buna bağlı olarak böyle bir kimseden tevbe etmesi istenir mi, istenmez mi?
Böyle bir kimsenin had olarak öldürüleceği kanaatinde olan kimseler, namazı terketmenin haddini öldürülmek olarak tesbit etmişlerdir. Hadler ise zina gibi daha önce sözkonusu olan birtakım sebeblerle vacib olur. İmama götürülmesinden sonra tevbe bu hadleri kaldırmaz.
Kâfir olarak öldürüleceği kanaatinde olanlar ise, böyle bir kimsenin tevbe etmesinin isteneceği görüşündedir. Çünkü böyle bir öldürme vacibi (farzı) terketmekten dolayı sözkonusudur. Bundan dolayı irtidad dolayısıyla öldürülmekte olduğu gibi, tevbe etmesini istemek onun hakkında meşru kılınmıştır. Hatta burada tevbe etmesini istemek öncelikle sözkonusudur. Çünkü böyle birisinin geri dönmesi ihtimali daha yüksektir. Zira onun İslâmı kabullenmesi kendisini dünya ve âhirette cezadan kurtaracak bir husustan dolayı tevbe etmeye itebilir. İşte bu sahih olan görüştür.
Çünkü böyle birisinin en kötü hali mürted gibi olmasıdır. Ashab-ı kiram ise mürtedlerin ve zekâtı vermeyenlerin tevbesinin kabul edileceğini ittifakla kabul etmişlerdir. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "Sen o kâfirlere de ki: Eğer vazgeçerlerse onlara geçmiş (günahları) mağfiret olunur." (el-Enfâl, 8/38) Bu buyruk ise hem mürted olanı, hem diğerlerini kapsamına alan genel bir buyruktur. Meşhur olan böyle bir kimseden tevbe etmesinin isteneceğidir. Eğer tevbe edip, namazı terketmekten vazgeçerse mesele yok, değilse öldürülür.
İlim ehli öldürülmeyi gerektiren namazı terkin mahiyeti hususunda farklı görüşlere sahibtir. Şevkânî der ki: Acaba öldürme gereği tek bir namazı terk halinde mi, yoksa daha fazlasını terk halinde mi sözkonusu olur? Cumhûrun görüşüne göre, tek bir namazı terkten dolayı öldürüleceği şeklindedir. Hadisler de bunu gerektirmektedir. Bunun daha fazlası ile sınırlandırılmasının delili yoktur. Ahmed b. Hanbel der ki: Namaz kılmaya çağırıldığı halde kabul etmez ve: Ben namaz kılmıyorum deyip, sonunda namazın vakti çıkarsa öldürülmesi gerekir.580
Muâz Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bana on kelime tavsiye buyurdu; dedi ki: "... Sakın kasten bir farz namazı terketme! Çünkü kasti olarak farz bir namazı terkeden bir kimsenin üzerinden Allah'ın himayesi kalkmış olur."581
Namaz kılmayı terkeden kimsenin öldürüleceğini kabul eden ilim ehli nasıl öldürüleceği hususunda farklı görüşlere sahiptir. Böyle bir kimsenin boynunun kılıçla vurulmasıyla öldürüleceği söylendiği gibi, namaz kılıncaya ya da ölünceye kadar odunla dövüleceği de söylenmiştir. Ölünceye kadar kılıçla dürtüleceği de söylenmiştir. Çünkü böylesi onu bu işten vazgeçirmekte daha etkileyici ve vazgeçmesi noktasında daha umut verici bir uygulamadır.
Cumhur boynunun kılıçla vurulacağı görüşünü tercih etmiştir. Çünkü böyle bir uygulama canın daha çabuk çıkmasına sebeptir.
Namazı Terketmek Suretiyle İrtidâd Etmenin Sonuçları
A. Dünyadaki Sonuçları:
1. Velâyetinin devamı için İslâmın şart olduğu bütün hususlarda velâyeti düşer. Dolayısıyla buluğa ermeyen çocukları üzerindeki velâyeti kalmaz ve velâyeti altındaki kızları da evlendiremez.
2. Akrabalarından miras alma hakkı kalkar. Çünkü Usame b. Zeyd'in rivâyetine göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Müslüman kâfire, kâfir de müslümana mirasçı olamaz."582
el-Muğnî, de şöyle demektedir: İlim ehli kâfirin müslümandan miras almayacağını icmâ’ ile kabul etmişlerdir. Ashab ve fukahânın çoğunluğu da müslümanın da kâfire mirasçı olamayacağını söylemişlerdir.583
3. Mekke'ye girmesi haram olur. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra artık onlar Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar." (et-Tevbe, 9/28)
4. Kestiği yenilmez. Çünkü o müslüman da değildir, kitab ehlinden bir kimse de değildir.
5. Öldükten sonra cenaze namazı kılınmaz, mağfirete ve ilâhî rahmete nâil olması için ona dua edilmez. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlardan ölen hiçbir kimsenin namazını asla kılma! Kabrinin başında da durma! Çünkü onlar Allah'a ve Rasûlüne kâfir oldular ve fâsık olarak öldüler." (et-Tevbe, 9/84)
6. Müslüman bir kadını nikâhlaması haram olur. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Mü'min kadınlar hicret edenler olarak size geldiklerinde onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilendir. Şâyet onların mü'min kadınlar olduğunu görürseniz, onları kâfirlere geri döndürmeyin. Hem bu kadınlar o erkeklere helâl değildir, hem de o erkekler bu kadınlara helâl olmaz." (el-Mumtehine, 60/10)
el-Muğnî’de şöyle demektedir: Mürted bir kadını da hangi din üzere olursa olsun nikâhlamak haramdır. Çünkü böyle bir kadın için kabul ettiğini söylediği ve girdiği din ehli arasında herhangi bir hüküm sabit olmamaktadır. Dolayısıyla onu nikâhlamanın helâl olmadığını söylemek daha uygundur.584
Yine şöyle demektedir: Eşlerden birisi gerdeğe girmeden önce irtidad ederse, derhal nikâh fesh olur. Biri diğerine mirasçı olamaz. Şâyet erkeğin irtidadı gerdeğe girdikten sonra ise bu hususta iki rivâyet vardır. Birisine göre bir an önce ayrılık sözkonusu olur, diğeri ise iddetin sona ermesi halinde ayrılık sözkonusu olur. Hangisi ölürse, ötekisi de ondan miras almaz.585
7. Namazı terkeden bir kimse müslüman bir kadın ile evlenecek olursa, eğer kendi nikâhının batıl olduğunu biliyor ve buna inanıyor ise, çocukları onun nesebine katılmaz. Çünkü onun kendisine helâl olmayan bir kadın ile cima etmesi haramdır.
B. Âhiretteki Sonuçlar
1. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Meleklerin o kâfirlerin yüzlerine ve arkalarına vura vura ve: 'O yakıcı azabı tadın' diye diye canlarını alırken bir görseydin! Bu, ellerinizin daha önce yaptıkları yüzündendir ve hiç şüphesiz Allah'ın kullarına zulmedici olmadığındandır." (el-Enfal, 8/50-51)
Seyyid Kutub diyor ki: Bu iki âyet-i kerime Bedir gününde olsun, başka bir zamanda olsun meleklerin kâfirlerin canlarını aldıkları her seferini canlandıran sürekli bir hali tesbit ettiği gibi... Kur'ânî ifade kâfirlerin oldukça çirkin bir tablolarını çizmektedir. Melekler onların canlarını oldukça hakir düşüren bir tabloda, zorla çekip sıyırmaktadır. Bu hakirlik ve aşağılanmak azaba ve ölüme ilave edilen bir haldir... Daha sonra ifadelerin akışı gaibi haber vermek kipinden hitab kipine dönüşerek: "O yakıcı azabı tadın" diye bir ifade ile ortaya çıkmaktadır. Böylelikle tablo adeta şu anda görülmekte olan bir hal-i hazırdaki tablo halini alıvermekte. Sanki cehennem ateşiyle, aleviyle bu tablo içerisindedir. Onlar azarlanılarak, tehdit edilerek oraya itilivermektedirler. "Bu ellerinizin daha önce yaptıkları yüzündendir." Sizlerin bu görmekte olduğunuz şeyler adaletli bir cezadır. Daha önce ellerinizin yaptıkları sebebiyle siz bunu hak ediyorsunuz...586
2. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Toplayınız (şirkle kendilerine) zulüm edenleri ve onlara eş olanları; Allah'tan başka taptıklarını da, onlara cehennemin yolunu gösterin." (es-Sâffât, 37/22-23) Mürted, küfür ve şirk ehlinden olan zalimlerle birlikte haşredilecektir. Çünkü bunlar birbirlerine benzer sınıflardır. Onlarla nasıl bir çeşit alaylı ifadeyle konuşulduğu üzerinde düşünmek lazım. Dünya hayatında dosdoğru yola hidayet bulmadıkları için haydi şimdi onları o alevli ateşin, cehennemin yoluna iletin. O yolu onlara gösterin, (denilecektir.)
3. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak Allah kâfirlere lanet etmiş ve onlar için alevli bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada ebediyyen kalıcıdırlar. Hiçbir veli (dost ve yardımcı da) bulmayacaklar. Yüzlerinin ateşte evirilip çevirileceği o günde diyecekler ki: N’olaydı keşke biz Allah'a ve Rasûle itaat etseydik..." (el-Ahzab, 33/64-66) Şanı yüce Allah kâfirlerin rahmetinden kovulacağını, onlar için alevli bir ateş hazırladığını, onların orada ebediyyen kalacaklarını, kendilerini kurtaracak hiçbir kimse bulamayacaklarını, bu arada ateşin onları herbir yandan çepeçevre kuşatacağını vurgulamaktadır. Temennilerine gelince, onun gerçekleşme ihtimali yoktur. Çünkü bu temennilerinin zamanı geçmiştir.

CUMA NAMAZI

Bu namaza bu ismin verilmesi pekçok insanı cem’ etmesi (toplanması) yahutta o namaz için insanların toplanmasından dolayıdır. Ya da Âdem Aleyhisselam'ı yüce Allah bu günde yaratmış yahutta bugünde hayırların toplanmasından dolayı bu ismi almıştır... Cuma namazı İslamın farzları arasında en çok vurgulanan farzlardan, müslümanların en büyük toplanma zamanlarından birisidir.440
Cuma Namazının Hükmü
Cuma namazı vacib (farz)dır. Onun vucubiyyeti kitab, sünnet ve icma ile sabittir. Müslümanlar cemaat ile onu iki rekât olarak kılarlar, farz-ı ayndır. Herhangi bir özür sebebiyle cuma namazı kaçırılacak olursa, öğle namazı onu telâfi eder.
Kur'ân'dan delili yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır." (el-Cumua, 62/9) Yüce Allah bu buyruğu ile cuma namazına gitmeyi emretmektedir. Emir ise vücub (farziyet) gerektirir. Yürüyüp gitmek ancak bir vacib için sözkonusu olur. Alışverişin yasaklanması ise, alışverişle uğraşılarak o namazın kaçırılmaması içindir. Eğer farz olmasaydı o namaz dolayısıyla alışveriş yasaklanmazdı.441
Sünnetten deliline gelince; Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in hanımı Hafsa'dan rivâyete göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Cumaya gitmek ergenlik yaşına gelmiş her müslüman üzerine bir farzdır."442
İbn Ömer ve Ebu Hureyre'den; Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i minberin üzerinde şöyle buyururken dinledikleri rivâyet edilmiştir: "Birtakım insanlar cumayı terketmekten ya vazgeçerler, yahutta yüce Allah onların kalblerini mühürleyecek, sonra da onlar hiç şüphesiz gafillerden olacaklardır."443 Ebu'l-Câd ed-Damrî'den rivâyete göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Her kim önemsemeyerek üç cuma terkedecek olursa Allah o kimsenin kalbini mühürler."444
İcmaa gelince, İbnu'l-Münzir ve İbnu'l-Arabî cuma namazının farz-ı ayn olduğu üzerinde icma bulunduğunu nakletmektedirler.445
Cuma Namazı Kimlere Vacibtir?
Cuma namazı ancak sekiz şartı taşıyan kimselere vacib (farz)dır:
1- Müslüman olmak,
2- Bâliğ olmak,
3- Akıllı olmak, -bu üç şart fer'î hükümlerle mükellef olmanın şartlarındandır-
4- Erkek olmak,
5- Hür olmak,
6- Yolcu olmamak. (Belli bir yerde yerleşik olmak, yörük olmamak)
Çünkü Tarık b. Şihâb'ın şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Cuma her müslümana cemaatle kılınması gereken bir hak ve bir vacibtir. Bundan dört kişi müstesnadır. Köle, kadın, küçük çocuk yahut hasta bir kimse."446 Çünkü kadın cemaatlere katılanlar arasında değildir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem de cuma gününde Arafat'ta idi (yolcu idi) ve cuma namazı kılmadı... Diğer taraftan köle menfaati başkasının mülkiyetinde olup, efendisinin hizmeti için alıkonulmuştur. Dolayısıyla borcu sebebiyle hapiste tutulan kimseye benzer.
7- Yedinci şart, cemaate katılmamayı mazur gösteren sebeblerin bulunmamasıdır.
8- Sekizincisine gelince, cuma namazı kılınacak yerde ya da ona yakın bir yerde ikamet halinde olmalıdır.447
Kâfirin de, delinin de kılacağı cuma namazı sahih değildir. Eğer bunlar bu namazı eda edecek olurlarsa bunlarla cuma namazı akd olmaz. (İmam olarakta kıldıramazlar, cemaat arasında da sayılamazlar.-çeviren-) Çünkü her ikisi de ibadet ehliyetine sahib kimseler değildir.
Cuma namazı baliğ, erkek, hür ve belli yeri yurt ediniş kimselere vacibtir ve onlarla akd olur. Bu şartlardan birisine sahib olmayan kimse -cumanın farziyeti üzerinden düştüğünden ötürü- imam olamaz. Aynı şekilde bu şartlardan birisini ihlal eden kimse ile de akd olmaz. Çünkü cuma namazının onlar hakkında sakıt olması bir ruhsattır. Çocuk, kadın, köle, cariye ve yolcu gibi. Eğer eda edecek olurlarsa onlar için (öğle namazının yerine) geçerli olur.
Cuma namazı, (kılmamayı meşru kılan) özürlerin bulunmaması halinde vacib olur. Eğer hasta zorlanarak da olsa cuma namazında hazır bulunursa onun cuma namazını kılması vacib olur ve onunla akd olur. Çünkü ruhsat meşakkati ortadan kaldırmak içindir. Hazır bulunmakla artık meşakkat ortadan kalkmış ve ruhsat da kaldırılmış olur.
Mukim olmak, cuma namazının akd olması için bir şarttır. Buna göre meradan meraya dolaşanlar (göçebeler, yörükler) cuma namazını kılacak olurlarsa onlar için sahih olur, fakat onlarla (cemaat sayısına katılarak) akd olunmaz.
Suyutî der ki: İnsanlar cuma namazı bakımından birkaç kısımdırlar:
1. Cuma namazı kılmakla yükümlü olup, katılımlarıyla cuma namazının akd olduğu kimseler. Bu da erkek, sağlıklı, mukim, belli bir yeri yurt edinmiş, müslüman, bâliğ, akıl, hür ve mazereti olmayan kimsedir.
2. Cuma namazı kılmakla yükümlü de olmayıp, katılımı ile (cemaat arasından sayılarak) akd olmayan fakat kılması halinde onun için sahih olan kimseler. Bunlar da köle, kadın, hünsâ, çocuk ve yolcudur.
3. Cuma namazı kılmakla yükümlü olmakla birlikte, katılımı ile namaz akd olmayan kimseler. Bunlar da iki kişidir. Evi şehrin dışında olup, cuma namazı ezanını duyan ile yolcu niyetini sürdürmekle birlikte ikameti dört günden fazla devam eden yolcu.
4. Cuma namazı kılma yükümlülüğü olmamakla birlikte, katılımı ile onunla namaz akd olunabilen. Bu da sözü geçen mazeretlere sahib özür sahibi kimsedir.448
Cuma Namazının Meşrû’ Kılınmasının Hikmeti
Müslümanların bu günde toplanmaları şer'î bir hüküm olarak tesbit edilmiştir. Bunun sebebi onlara üzerlerindeki Allah'ın nimetinin büyüklüğünü hatırlatarak dikkatlerini çekmektir. Bu namazda hutbe de meşrû’dur. Ondan da maksat onlara bu nimeti hatırlatmak, bu nimete şükretmeye onları teşvik etmektir. Bugünde günün ortasında cuma namazı kılmak da şeriat tarafından tesbit edilmiştir. Böylelikle tek bir mescidde toplanmak gerçekleştirilebilsin.449 Bu haftalık toplantıda öğretme, yönlendirme, öğüt ve hatırlatma, İslama bağlılığı yenileme, kardeşlik bağını canlandırma, birliği sağlamlaştırma ve müslümanların gücünü ortaya koyma sözkonusudur.450
Cuma gününde yüce Allah, Âdem'i yaratmıştır. Abdu'r-Rahman b. el-A’rec'den rivâyete göre o Ebu Hureyre'yi şöyle derken dinlemiş: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Kendisinde güneşin doğduğu en hayırlı gün cuma günüdür. O günde Âdem yaratıldı, o günde cennete konuldu ve o gün de cennetten çıkarıldı."451
İnsan da esasen ancak ibadet etmek için yaratılmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ben cinleri ve insanları bana ibadet etmekten başka, bir şey için yaratmadım." (ez-Zariyat, 51/56) Buna göre bugünde insanın dünya telaşı ve meşguliyetlerinden uzak kalması, yaratıcısına ibadet ve şükür ile meşgul olması uygun düşmektedir. Böylelikle bugünde nereden gelip, nereye gideceğini hatırlayacağı, nefsi ile başbaşa kalacağı bir zaman elde etmiş olunur.
Cuma Gününün Fazileti
İbnu'l-Kayyim der ki: Bugünü tazim etmek, onu yüceltmek, bugüne diğerlerinden farklı özel ibadetler tahsis etmek, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in hidayetiyle gösterdiği işlerdendi. İlim adamları cuma gününün mü yoksa Arafe gününün mü daha faziletili olduğu hususunda iki farklı görüşe sahibtir. Bu iki görüş de Şafiî mezhebine mensub ilim adamlarının savundukları görüşlerdendir.452
Bugünde müslümanların toplanıp cuma namazını edâ etmeleri vâcibtir. Özürsüz olarak bu namazı terkeden bir kimsenin kalbini Allah cehâlet, haktan uzaklık, katılık ve kilitlemek suretleriyle mühürler ve böyle bir kimse gafillerden olur.
Cuma gününde duaların kabul olunduğu bir an vardır. Bu her hafta tekrarlanan bir bayram günüdür. Ebu Lübâbe b. Abdi'l-Münzir Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz cuma günü, günlerin efendisidir. Allah nezdinde en büyükleridir. O gün Allah nezdinde kurban bayramı birinci gününden de, ramazan bayramı birinci gününden de daha büyüktür. Bugünde beş özellik vardır: Allah bugünde Âdem'i yarattı. Bugünde Âdem'i yere indirdi. Bugünde Allah Âdem'in canını aldı. Bugünde öyle bir an vardır ki, kul Allah'tan bu anda bir şey dileyecek olursa, mutlaka onu ona verir. Elverir ki haram bir şey istemesin. Kıyamet bugünde kopacaktır. Gökte olsun, yerde olsun ne kadar mukarreb bir melek varsa, ne kadar rüzgar, dağ ve deniz varsa hepsi mutlaka cuma gününden korkarlar, çekinirler."453
İbnu'l-Kayyim dedi ki: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bugünün sabah namazında es-Secde suresi ile el-İnsan surelerini okurdu... Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye'yi şöyle derken dinledim: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in bu iki sureyi cuma namazının sabahında okumasının sebebi; her iki surenin de o günde olanları ve olacakları ihtiva etmesinden dolayıdır. Bu iki surede Âdem'in yaratılması, Allah'a dönüş, kulların haşredilmesi sözkonusu edilmektedir. Onlar ise cuma günü olacaktır. Ayrıca bu günde bu iki surenin okunması suretiyle ümmete olmuşlar ve olacaklar hatırlatılmış oluyordu.
Bazı ilim ehli cuma gününde Kehf suresini okumayı müstehab kabul ederler. Buna delil olarak Ebu Said el-Hudrî'nin Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in şöyle buyurduğuna dair rivâyetini gösterirler: "Cuma gününde Kehf suresini okuyan bir kimse için, her iki cuma arası nur ile aydınlatılır."454
Cuma gündüz ve gecesinde Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'e çokça salât ve selâm getirmek de müstehabtır. Çünkü Enes'ten şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Cuma gündüz ve gecesinde bana çokça salât ve selam getiriniz."455
Bugünde gusletme emri verilmiştir. Bu müekked bir sünnettir. Gusletmenin vücubu hususunda ilim adamlarının üç görüşü vardır.456 : Vâcib değildir diyenler, vâcibdir diyenler ve giderilmesi gereken kokusu olan kimseler ile öyle olmayanlar arasında farklı hüküm gözetenler. Giderilmesi gereken kokusu bulunanlar için gusletmek vacibtir, buna ihtiyacı olmayanlar için de müstehabtır. Bu üç görüş de İmam Ahmed'e mensub ilim adamlarının görüşleridir.
Bugünde hoş koku sürünmek müstehabtır, haftanın diğer günlerinde hoş koku sürünmekten daha faziletlidir. Güzel giyinmek ve misvak kullanmak da müstehabtır. Çünkü Ebu Said el-Hudrî Radıyallahu anh'ın rivâyetine göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Cuma günü gusletmek âkil bâliğ olan herkesin üzerine bir görevdir. Misvak kullanmak ve güç yettiği kadarı ile hoş koku sürünmek de."457 Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "Ey Âdemoğulları! Her mescidde ziynetinizi alın, yiyin, için, israf etmeyin..." (el-A’raf, 7/31)
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'den şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Cuma gününde gusletmek, hoş koku sürünmek, misvak kullanmak her müslümanın üzerinde bir haktır."458
İmamın dışındakiler için cuma namazını kılmak üzere mescide erken gitmek müstehabtır. Burada nafile namaz kılmak, zikir etmek, Kur'ân okumak ile meşgul olunur, imam hutbeyi vermek üzere çıkana kadar böyle yapılır.
Kişi hutbeyi işittiği takdirde onu susup dinlemesi gerekir. Susup dinlemeyecek olursa, lağvetmiş olur. Lağveden kimsenin ise cuması yok demektir. Çünkü Alkame'nin rivâyetine göre Abdullah b. Mesud şöyle demiştir: Ben Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i şöyle buyururken dinledim: "İnsanlar Cuma’lara birinci, ikinci ve üçüncü olarak erken gidiş sırası ölçüsüne göre kıyamet günü Allah’a yakın makam sahibi olurlar.” Sonra Allah: (Ben) dört kişinin dördüncüsüyüm, dördüncü olan da uzak değildir, dedi.”459
Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan dedi ki: "Her kim cuma günü cünubluktan gusleder gibi gusleder, sonra cumaya giderse bir deve kurban etmiş gibi olur. Her kim ikinci saatte giderse, bir inek kurban etmiş gibi olur. Her kim üçüncü saatte giderse boynuzlu bir koç kurban etmiş gibi olur. Her kim dördüncü saatte giderse bir tavuk tasadduk etmiş gibi olur. Her kim beşinci saatte giderse bir yumurta tasadduk etmiş gibi olur. İmam hutbe için çıktı mı melekler artık zikri dinlemek üzere hazır bulunurlar. (Bundan sonra gelenlere bir şey yazmazlar.)"460
Said b. el-Müseyyeb'den rivâyete göre Ebu Hureyre kendisine şunu haber vermiş: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Cuma gününde imam hutbe okumakta iken (yanındaki) arkadaşına “dinle!” diyecek olursan, lağvetmiş olursun."461
Cumanın fazileti ve özellikleri hususunda büyük ilim adamı merhum İbnu'l-Kayyim, Zadu'l-Meâd'de oldukça geniş açıklamalarda bulunmuştur.462
Cuma Namazına Gitme Adabı
Cuma günü bunca özelliklere sahib bir gün olduğuna göre bu büyük fazilete gereken dikkati göstererek mükafatı elde etmek için gayret eden, tembelliğe ve gaflete yenik düşmeyerek tevbe etmekte elini çabuk tutan kimselere Allah mükafatlarını verecektir.
1. Cuma namazını kılmak üzere mescide giden kimsenin iyice temizlenmesi gerekir. Çünkü yüce Allah: "Gerçekten Allah çokça tevbe edenleri de sever, çokça temizlenenleri de sever." (el-Bakara, 2/222) diye buyurmaktadır. Temizlik, süslenmek ve koku sürünmek ile en güzel hal ve en parlak bir surette oraya gitmeli, en güzel elbiselerini giyinmelidir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey Âdem oğulları! Her mescidde ziynetinizi alın, yiyin, için, israf etmeyin." (el-A’raf, 7/31) Daha sonra sükûnet ve vakar ile camiye gitmek üzere çıkar. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in şu buyruğu dolayısıyla parmaklarını birbirine geçirmez: "Sizden herhangi bir kimse güzelce abdest alır, sonra mescide gitmek üzere çıkarsa sakın parmaklarını birbirine kenetlemesin. Çünkü o namazda demektir."463
Ayrıca İmam Ahmed Musned'inde Ebu Eyyub el-Ensari'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i şöyle buyururken dinledim: "Bir kimse cuma günü gusleder ve eğer varsa koku sürünür, en güzel elbiselerini giyinir, sonra da sükunet ve vakar ile çıkarsa nihayet mescide vardığında eğer fırsat bulursa iki rekât namaz kılıp, kimseye de eziyet vermeyerek imamı (hutbe vermek üzere) çıktığında dikkatle dinler ve nihayet namaz kılarsa bu (kıldığı namaz) ile öbür cuma arasındakiler için bir keffaret olur."464
İnsanın namaz kılmak üzere gitmesi -bu husustaki emir dolayısıyla- gerekir. İlim adamları; "Ey iman edenler! Cuma günü için çağrıda bulunulduğunda Allah'ın zikrine koşun." (el-Cum'a, 62/9) buyruğunda geçen "sa'y: koşmak"ın anlamı hususunda üç ayrı görüş ileri sürmüşlerdir:
a. Bundan kasıt niyettir. Yani kalblerin koşmasıdır. Koşmanın başlangıcı ve en büyük maksadı da budur.
b. Maksat ameldir. Yani yüce Allah'ı anmak üzere gitmek için gusletmek, taranmak, yağ ve koku sürünmek, güzel elbiseler giyinmekle süslenmek kabilinden hazırlık olacak şeyleri yapınız, demektir.
c. Maksat ayaklar üzerinde koşmaktır. Bu da en faziletlisidir; fakat bu şart değildir. İbnu'l-Arabî der ki: "Âyetin zahiri hepsinin vacib olmasını ifade etmektedir; fakat bunların müstehab oluşlarına dair deliller, vacib olduklarına dair delillerden daha güçlüdür."465
2. İnsanın mescide gitmeden önce kötü kokulardan uzak durması gerekir. Çünkü Câbir Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Kim sarımsak yahut soğan yerse bizden de uzak dursun, mescidimizden de uzak dursun ve evinde otursun."466 Pırasa, turp ve buna benzer melekleri ve namaz kılanları rahatsız edecek şekilde kötü kokusu bulunan yiyecekler de sarımsak ve soğana benzer şeylerdendir. Sigara ve benzeri yüce Allah'ın haram kıldığı pis şeylerin bunların kapsamına girmesi ise öncelikle sözkonusudur.
3. Cuma günü dolayısıyla ağzı temizlemek, dişlerin arasındaki yemek artıklarını ayıklamak da meşrû’dur. Böylelikle ağzın kokusu hoş olur. Diğer taraftan Ebu Umame'den gelen rivâyete göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Misvak kullanınız. Çünkü misvak ağzı temizleyicidir, Rabbi razı edicidir. Cebrail bana geldiği her seferinde mutlaka misvak kullanmayı bana tavsiye etmiştir. O kadar ki; bana ve ümmetime farz kılınacağından korktum ve eğer ben ümmetime zorluk vereceğimden korkmamış olsaydım, misvakı onlara farz kılardım. Şüphesiz ben çok misvak kullanırım. O kadar ki, ağzımın ön taraflarını yıpratacağından korktum."467
Evinden çıktığı vakit bu hususta vârid olmuş duaları okuması gerekir. Bu dualardan birisi de Enes b. Malik Radıyallahu anh'ın naklettiği rivâyettir. Buna göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Kişi evinden çıkıp da (bismillahi tevekkeltu alallahi ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi: Allah'ın adı ile, Allah'a tevekkül ettim, Allah ile olmadıkça hiçbir şeye güç ve takat yetirilemez, diyecek olursa, o vakit: Hidayete iletildin, Allah sana yeter ve sen (korkulan şeylerden) koruma altına alındın, denilir. Bunun üzerine şeytanlar onun önünden kenara çekilirler. Bir diğer şeytan ona: Hidayete iletilen, kendisine yeterli gelinen ve korunan bir kimseye sen ne yapabilirsin?" der.468
Um Seleme Radıyallahu anha'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Peygamber benim evimden çıktığı her seferinde mutlaka gözünü semaya doğru kaldırır ve şöyle derdi:

Allah'ım, sapmaktan, saptırılmaktan, ayağımın kaymasından, kaydırılmasından, zulmetmekten, zulmedilmekten, bilgisizlik etmekten, bana karşı bilgisizlik edilmesinden sana sığınırım, derdi."469
Mescide ulaştı mı sağ ayağı ile girer ve nakledilmiş bir dua okur. Abdullah b. Amr b. el-Âs'dan rivâyete göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem mescide girdi mi şöyle derdi: "

Kovulmuş şeytandan O pek büyük olan Allah'a, O'nun kerim zatına, ezeli saltanat ve egemenliğine sığınırım." (Hadisin ravilerinden Ukbe kendisine bu hadisi rivâyet eden Hayve'ye): Sadece bu kadarı mı (benden sana ulaştı)? dedi. Bu sefer (Hayve): Evet, dedi. (Ukbe) dedi ki: Bunu söyledi mi şeytan şöyle der: "Bu günün diğer bölümünde de, benden koruma altına alındı."470
Mescidden çıkmak istediği takdirde önce sol ayağını atar. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Sizden herhangi bir kimse mescide girdi mi Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'e salât ve selam getirsin. Sonra:

Allah'ım, bana rahmetinin kapılarını aç, desin. Çıktığı vakit de:

Allah'ım, ben senden lütfu kereminden niyaz ederim” desin."471
Mescide girdiği takdirde insanların üzerlerinden atlamasın. Safta kimsenin yerini daraltmasın, yahutta yer konusunda başkasıyla anlaşmazlık çıkarmasın. Oturacağı yere ulaştı mı kendisine yakın olana selam versin. İki rekât tahiyyetu'l-mescid kılmadan da oturmasın. Çünkü Ebu-Katade'den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse mescide geldiği takdirde oturmadan önce iki rekât kılıversin."472
İlk safa kimseye sıkıştırmadan otursun. Eğer yer bulamazsa bir arkadaki safta otursun. Safların sağ tarafları daha faziletlidir. Âişe Radıyallahu anhâ'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah ve melekleri safların sağ taraflarına salât getirirler."473
Mescidde oturdu mu parmaklarını birbirine kenetlemesi mekrûhtur. Çünkü o namazdadır. Parmaklarını çıtlatması da bu hükümdedir. Balgam çıkarmaz ve tükürmez. Allah'ın zikri ile meşgul olması gerekir.
Cumanın Sıhhat Şartları
1- Vakit: Yüce Allah: "Çünkü namaz mü'minler üzerine vakitleri belli bir farzdır." (en-Nisa, 4/103) diye buyurmaktadır. Dolayısıyla cuma namazı vaktinden önce, vaktinden sonra kılınırsa, icma ile sahih olmaz. Cuma namazının son vaktinin öğle namazının son vakti olduğunda da görüş ayrılığı yoktur.474
Cuma namazının zevalden sonra eda edilmesi hem daha faziletli, hem daha ihtiyatlıcadır. Çünkü Enes b. Malik Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem cuma namazını güneş (batıya doğru) kaydığı zaman kılardı.475
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'ın çoğu zamanlardaki fiilî uygulaması budur. Zevalden önce eda edilmesi hususunda ise, ilim ehli arasında görüş ayrılığı vardır.
2- Cemaat: Cuma namazı tek kişi tarafından kılınamaz. Çünkü Târık b. Şihâb'dan gelen rivâyete göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Cuma her müslümana üzerine cemaat ile kılınması vacib bir haktır..."476
Cuma namazı için gerekli olan cemaat sayısının ne kadar olduğu hususunda ilim ehli arasında pek çok görüş ayrılığı vardır. Bu husustaki en sahih görüş imam ve beraberinde iki kişi olmak üzere üç kişidir. Buna göre bir köy ya da kasabada mükellef, hür, orada yerleşik üç erkek bulunduğu takdirde cuma namazını kılarlar, öğle namazını kılmazlar. Çünkü cuma namazının meşruiyetine ve farz oluşuna dair deliller onları da kapsar.
Cuma namazının kılınabilmesi için kırk kişinin varlığını şart koşmak, ilim ehlinden bir grubun görüşüdür. İmam Ahmed b. Hanbel -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- bunlardandır. Fakat tercihe değer olan görüş bunun kırk kişiden az sayıda kimse ile kılınmasının caiz olduğudur. En az ise az önce geçtiği gibi üç kişidir... Kırk kişinin şart olduğuna dair hadis zayıftır. Nitekim bu hususu İbn Hacer Buluğu'l-Meram adlı eserinde açıklamış bulunmaktadır.477
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye şöyle demiştir: Cuma namazı üç kişi ile kılınabilir. Birisi hutbe okur, iki kişi de dinler. Bu aynı zamanda İmam Ahmed'den gelen rivâyetlerden birisi ve ilim adamlarından bir kesimin görüşüdür.478
Ebu Said el-Hudrî'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Üç kişi oldukları takdirde onlardan birisi onlara imam olsun..."479 Cabir Radıyallahu anh'dan rivâyet edilen: "Sünnet her kırk ve daha fazla kişinin cuma namazı kılması şeklinde uygulanagelmiştir." şeklindeki sözü ise sahih değildir. Çünkü aslolan cuma namazının ikamet halindeki cemaate vacib oluşudur. Üç kişi ise cuma namazı kılmak kendilerine vacib olan bir cemaat teşkil ederler. Bu üç kişiden bu namazı düşürmeye dair bir delil yoktur. Onlardan bu namazı düşürmek ise kitabtan, sünnetten, icmadan, ashabın görüşünden ve hatta sahih bir kıyastan delili olmayan mücerred bir görüş ile tahakkümdür.480
3. Yerleşik olmak (yurt edinmek, istitan): Şeyhu'l-İslam dedi ki: Yapıları birbirine yakın, yaz ve kış bırakıp gitmedikleri yerlerde ikamet eden herbir topluluk arasında cuma namazı kılınır. Eğer onların yapıları adet edindikleri üzere toprak, tahta, kamış, hurma dalları, saz ve benzeri şeylerden yapılmış ise (bunlar yurt edinmiş, yerleşik kimseler sayılırlar). Çünkü binaların meydana geldiği parçalar ve malzemenin bu hususta herhangi bir etkisi yoktur. Aslolan onların yerleşik olmaları ve çadır ile çoğunlukla yağmur yağan yerler arasında gidip gelen ve çeşitli yerlerde taşınıp duran, taşındıkları vakit de evlerini de beraberlerinde taşıyanlar gibi olmamalıdırlar. İlim adamlarının çoğunluğunun görüşü budur.481
İmam Ahmed göçebe kimselerden cuma namazının düşmesine onların taşınıp durmalarını illet (sebeb, gerekçe) göstermiştir.482
Bundan dolayı Medine çevresinde bulunan arab kabilelerine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem cuma namazı kılmalarını emretmemiştir.483
4. Cuma namazından önce iki hutbe verilmesi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bunlara sürekli devam etmiştir. İbn Ömer Radıyallahu anh şöyle demektedir: "Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ayakta hutbe verir, sonra oturur, sonra tekrar şimdi yaptığınız gibi ayağa kalkar (bir daha hutbe verir)di."484 Âişe Radıyallahu anha dedi ki: Cumanın iki rekât olması hutbeden ötürüdür.485
Hutbenin Şartları
İbnu'l-Kayyim dedi ki: Cumanın özelliklerinden birisi de yüce Allah'a hamd ve senâ ile şanını yüceltmenin, vahdâniyetine ve Rasûlüne risâlet ile şehadet etmenin maksad olarak gözetildiği; Allah'ın kullarına, Allah'ın günlerinin hatırlatıldığı, O'nun azab ile yakalayıp, intikamından sakındırıldığı, kendilerini Allah'a ve cennetine yaklaştıracak şeylerin tavsiye edilip, gazabına ve cehennemine yakınlaştıracak şeylerden vazgeçmelerinin hatırlatıldığı bir hutbenin verilmesidir. İşte hutbenin maksadı budur ve bunun için bir araya gelinir.486
Hutbenin Sıhhat Şartları
1. Namazdan önce verilmesi. Çünkü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'den, onun halifelerinden miras alınan budur ve müslümanlar bunun üzerinde icmâ’ etmişlerdir.
2. Niyet. Çünkü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem: "Ameller niyetler iledir..."487 diye buyurmuştur.
3. Allah'a hamdetmek. Çünkü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Kendisine elhamdulillah diye başlanmayan herbir söz kesiktir."488 Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bütün hutbelerine Allah'a hamd ile başlardı.489
4. İki kelime-i şehadeti zikretmek. Şeyhu'l-İslam ve başkaları Allah'a hamd ve senâda bulunmayı, iki şehadeti getirmeyi ve hutbede öğüt vermeyi vacib (farz) görmüşlerdir.
5. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'e salât getirmek. Çünkü yüce Allah'ı zikretmeyi gerektiren herbir ibadet aynı şekilde Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i anmayı da gerektirir.
6. Bir âyet dahi olsa Kur'ân-ı Kerim'den bir şeyler okumak. Çünkü Câbir b. Semura şöyle demiştir: "Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in iki hutbesi olurdu. İkisi arasında otururdu. Hutbesin de Kur'ân okur ve insanlara hatırlatmalarda bulunurdu."490 Bir kaç âyet okumak ise müstehabtır. Çünkü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'den böyle yaptığı nakledildiği gibi, bunun meşrûiyeti üzerinde icmâ’ vardır.491 Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in hutbelerinden bellenenlerden görüldüğü üzere492 o Kur'ân-ı Kerim'den (bölümler) ve Kaf suresini okuyarak çokça hutbe okurdu. Hârise b. en-Numan'ın bir kızından gelen rivâyete göre şöyle demiştir: "Ben Kaf suresini ancak Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in ağzından ezberledim. O her cuma bunu hutbe olarak okurdu..."493
7. Aziz ve celil olan Allah'a karşı takvâlı olmayı tavsiye etmek. İbnu'l-Kayyim'in naklettiğine göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in hutbesi Allah'a, meleklerine, kitablarına, rasûllerine, ona kavuşmaya iman gibi iman esaslarını hatırlatır; cennet ve cehennemi, Allah'ın kendi dostlarına ve itaat edenlere hazırladıklarını, düşmanlarına ve masiyet edenlere hazırladıklarını dile getirir, onları Allah'a davet eder, insanların Allah'ı sevmelerine sebep teşkil eden nimetlerini hatırlatır, onun intikamından korkmalarını sağlayan günlerini hatırlatır, Allah'ı sevmeleri sonucunu verecek hususları, O'nu zikredip O'na şükretmeyi emrederdi. Böylelikle onun hutbesi, kalbleri iman ile, tevhid ile Allah'ı, O'nun âyetlerini, O'nun nimetlerini, O'nun günlerini bilmek, O'na zikredip, O'na şükretmeyi sevmekle dolar taşardı. Onu dinleyenler Allah'ı sevmiş, Allah da kendilerini sevmiş olarak (cumadan) dönerlerdi.494
8. Cuma için şart koşulan sayıdaki kişinin her iki hutbeden dinlemesi vacib olan miktarı dinlemek üzere hazır bulunmaları. Bu miktar da yüce Allah'a hamd, Rasûlüne salât ve selam, Allah'a karşı takvalı olmanın vasiyet edilmesi, Kur'ân'ı Kerim'den bir şeylerin okunmasıdır. Eğer uyumak, gafil olmak, sağırlık yahutta uzaklık gibi dinlemeye mani herhangi bir sebep varsa yine de hutbe sahih olur.
9. İki hutbenin peşpeşe verilmesi. İki hutbenin arasını yahutta aynı hutbenin bölümlerinin arasını ya da hutbeler ile namaz arasını az bir zaman ile ayırmakta bir mahzur yoktur; fakat bu süre uzayacak olursa batıl olur. Aradaki fasılanın uzunluk ya da kısalığını bilmek için örf ve adete başvurulur.
10. Vaktin girmesi. Şâyet vakit girmeden önce hutbe okuyup, namaz kılarsa sahih olmaz. Çünkü hutbeler iki rekâtin yerini tutar. Yüce Allah da: "Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit..." (el-Cum'a, 62/9) diye buyurmaktadır. İbnu'l-Arabî der ki: Bu, cumanın ancak nidâ ile (cuma için okunacak ezan ile) vacib olduğuna delildir. Nidâ ise ancak vaktin girişinden sonra olur.495
11. Hutbeyi verecek olan hatibin bizatihi üzerine cuma farz olan kimselerden olmalıdır. Mesela hür ve yerleşik olmalıdır. İmamlık için şart olanlar hutbe okumak için de şarttır.
12. İki hutbeyi de cuma için şart görülen sayıdaki kişinin duyacağı şekilde yüksek sesle okumak. Şâyet imam yüksek sesle okumakla birlikte kendilerine cumanın vacib olduğu sayıdaki şahıslar gaflet, uyku yahut sağırlık gibi bir mazeretten ötürü işitmeyecek olurlarsa, yine hutbe sahih olur. Cabir b. Abdullah Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem hutbe verdi mi gözleri kızarır, sesi yükselir, hiddeti artar. Sanki o bir orduyu (tehlikelere karşı) uyaran bir kişi gibi idi...."496
13. Yerleşik olmak (istîtân, vatan edinmek, yurt edinmek). Cuma namazı şehirde de, kasabada da sahihtir. Elverir ki cuma namazı için şart koşulan sayıdaki şahıslar o yerde yerleşik bulunsunlar. Herhangi bir gemide -mesela kendi şehrine varmadan önce- cumanın Rükunlerinden herhangi birisini yapacak olursa -yurt edinmek sözkonusu olmadığından ötürü- sahih olmaz.
14. Hutbe arabça olmalıdır. Şâyet arabça hutbe okumaktan âciz ise okuyacağı âyetin arabça olması yeterlidir. Malikiler arabçayı güzelce konuşacak bir kimsenin bulunmaması halinde cuma namazının sâkıt olacağını (yükümlülüğünün kalkacağını) söylemişlerdir. Hânefiler arabça dışında bir dille hutbeyi caiz görmüşlerdir. Sahih olan şudur: Eğer hatib hutbeyi arabça verebiliyor ise onu arabça vermesi gerekir. Eğer buna güç yetiremiyor ise kendi diliyle hutbeyi irad eder. Çünkü güç yetirebilmekle birlikte hutbe arabçadan başka bir dille verilirse sahih olmaz.
İki Hutbenin Rükunleri
Hem birinci, hem ikinci hutbede şu dört ruknün bulunması kaçınılmazdır:
1. "Elhamdulillah" diyerek Allah'a hamd etmek. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem "elhamdulillah" ile başlamadığı hiçbir hutbe vermezdi.497
2. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'e salât ve selam getirmek. Çünkü yüce Allah: "Ey mü'minler! Siz de ona salât ve selam edin." (el-Ahzab, 33/56) diye buyurmaktadır.
3. Yüce Allah'ın emirlerini yerine getirmek, yasaklarından sakınmak demek olan Allah'a karşı takvalı olmayı tavsiye etmek, itaati teşvik, masiyetten uzak durmayı telkin etmek. Çünkü yüce Allah: "Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkmak gerekirse, öyle korkun ve siz ancak müslümanlar olarak ölün!" (Al-i İmran, 3/102) diye buyurmaktadır. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in, ashab-ı kiram'ın hutbelerini inceleyen bir kimse bunların hidayeti ve tevhidi yeterli bir şekilde açıkladıklarını, yüce Rabbin sıfatlarını, imanın genel esaslarını sözkonusu ettiklerini, Allah'a davet edip, onu kullarına sevdirecek şekilde nimetlerinin sözkonusu edildiğini, onları Allah'ın azabından korkutacak şekilde günlerini hatırlattıklarını, kendilerini Allah'a sevdirecek şekilde onu anıp, şükretmeyi emrettiklerini görürüz. Böylelikle yüce Allah'ın azametini, sıfatlarını, isimlerini hatırlatarak, O'nu kullarına; O'na itaati, şükretmeyi ve O'nu anmayı emrederek kullarını Allah'a sevdirirlerdi. Bunun sonucunda hutbelerini dinleyenler Allah'ı sevmiş, Allah da kendilerini sevmiş olarak ayrılırlardı.
Daha sonra aradan uzun zamanlar geçti; peygamberlik nuru zayıfladı. Şeriatler, emirler, hakikat ve maksatlarına riayet edilmeden, yerine getirilmeden birtakım merasimler halini aldı. Bu merasimlere şekli bir hüviyet kazandırdılar ve onları çeşitli yollarla süslemeye koyuldular. Sonunda merasimleri ve görünen durumları adeta ihlâl edilmemesi gereken sünnetler haline getirdiler. Fakat asla ihlâl edilmemesi gereken maksatları ihlal ettiler. Hutbeleri seci'lerle, edebi sanatlarla süslediler, bunun sonucunda kalblerin hutbeden alacağı pay azaldı; hatta büsbütün ortadan kalktı ve hutbeden gözetilen maksat kaybolup gitti.
4. Kur'ân-ı Kerim'den bir miktar okumak. Çünkü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in hutbelerinden bilinenlere göre o Kur'ân-ı Kerim'i ve Kaf suresini çokça okurdu.498
Haris b. en-Numan'ın bir kızından şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Ben Kaf suresini ancak Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in ağzından belledim. O her cuma hutbesinde onu okurdu..."499
Hutbenin Sünnetleri
1. Minber ya da benzeri bir şey üzerine çıkarak hutbe vermek. Zührî'nin, Salim'den rivâyetine göre Salim'in babası şöyle demiştir: "Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'i minber üzerinde hutbe verirken dinledim..."500 İbnu'l-Kayyim'in belirttiğine göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem minber edinmeden önce bir yay’a yahutta bir asaya dayanırdı. Savaşta bir yay’a, cumada ise bir sopaya dayanırdı. Minberi üç basamaklı idi.501 Nevevi der ki: Minber edinmek müstehabtır. O üzerinde icmâ’ bulunan bir sünnettir.502
2. Hatibin minbere çıktığı vakit mü'minlere selam vermesi. Çünkü Cabir Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem minbere çıktığı vakit selam verirdi.503
3. Hatibin, hutbeden önce ezan bitinceye kadar minberin üzerinde oturması. Çünkü İbn Ömer Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem iki hutbe verirdi. Minbere çıktığı vakit otururdu. Nihayet ezanı bitirince -(ravi) zannederim müezzin de (dedi)- sonra kalkar hutbe irad eder, sonra konuşmaksızın bir süre oturur, sonra kalkar hutbe verirdi."504
4. Yüzünü insanlara dönmesi. Çünkü Adyy b. Sâbit babasından şöyle dediğini rivâyet etmektedir: "Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem minber üzerinde ayağa kalktı mı ashabı ona yüzlerini dönerlerdi."505
İbn Hacer dedi ki: Hatibin yüzünü dönmesinin bir sonucu olarak arkasını kıbleye döner. Bunun müsamaha ile karşılanması, öğüt verdiği kimselere sırtını dönmemek içindir. Cemaatin imama yüzlerini dönmelerinin bir hikmeti de onun yapacağı konuşmayı dinlemek için hazırlanmak ve sözünü dinlerken ona karşı gerekli edebi takınmaktır. Hatibi dinleyenler yüzlerini ona çevirip bedenleriyle, kalbleriyle ve uyanık zihinleriyle ona yönelecek olurlarsa hatibin vereceği öğüdü daha çok anlamalarını sağlar ve kendisi sebebiyle ayağa kalkması meşru olan hususta (hutbenin ihtiva ettiği öğütlerde) ona uygun hareket etmeyi daha bir gerektirir.506
5. Hatibin bir yaya yahut asaya dayanması.507 Çünkü bu fiili sünnetlerdendir. Zira el-Hakem b. Hazm'in şöyle dediği sahih olarak rivâyet edilmiştir: "Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte bir heyetle beraber gittim... Orada birkaç gün kaldık. O süre zarfında Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte cumada bulunduk. Bir asaya ya da bir yaya dayanmış olarak ayakta durdu, Allah'a kısa birtakım kelimelerle hamd-u senâlarda bulundu..."508
6. Hatibin iki hutbe arasında hafifçe oturması. İbn Ömer Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem iki hutbe verir ve ikisi arasında otururdu."509
7. Ayakta hutbe okuması. Çünkü İbn Ömer Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem -şimdi yaptığınız gibi- ayakta hutbe okur, sonra oturur, sonra bir daha kalkardı."510 Bir diğer gerekçe de yüce Allah'ın: "...seni ayakta bırakıp..." (el-Cumua, 62/11) buyruğudur.
8. Hutbeyi kısa tutması. Çünkü Muslim'in Sahih'indeki rivâyete göre Ammar şöyle demiştir: Ben Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i şöyle buyururken dinledim: "Şüphesiz ki kişinin namazı uzun tutması, hutbeyi kısa tutması, onun fıkhına işarettir. Bu sebeble namazı uzunca tutunuz, hutbeyi kısa kesiniz. Şüphesiz bazı sözler büyü (gibi) etkilidir."511
9. İkinci hutbenin birinci hutbeye göre -ezana göre kamet gibi- daha kısa olması.
10. İmkânları ölçüsünde sesini gerekli miktardan fazla yükseltmesi. Çünkü Cabir b. Abdullah'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem hutbe verdi mi gözleri kızarır, sesi yükselir, gazabı şiddetlenirdi. Sanki o sabaha kalmaz, akşama kalmaz... düşman ordusu size baskın yapacaktır" diyen bir ordunun uyarıcısı gibi idi..."512
11. Müslüman erkeklere, müslüman kadınlara, kendisine ve hazır bulunanlara dua etmesi. Çünkü böyle bir dua cenaze namazlarında ve başkalarında caiz olduğuna göre hutbede caiz olması öncelikle sözkonusudur.
12. Hutbesini ağır ağır ve net sözlerle acele etmeden, lafı da fazla uzatmadan anlaşılır bir şekilde vermelidir. Çünkü böylesi daha beliğ ve daha güzeldir.513
13. İmam minbere oturduğu vakit hutbeden önce ezan okunması. Çünkü es-Sâib b. Yezid'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem döneminde, Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu anhuma dönemlerinde cuma günleri ezan ilkin imam minberin üzerine oturduğu vakit okunurdu. Osman Radıyallahu anh halife olup da insanlar çoğalınca (kamet ve ezandan başka) üçüncü bir ezanı ez-Zevrâ (denilen Medine çarşısındaki bir yer üzerinde) ilave etti."514
14. İki hutbenin bitirilmesinden hemen sonra araya fazla fasıla girmeden cuma namazının kılınması.
Cuma Hutbesini Dinleyenin Uyması Gereken Âdâb
1. Namaz kılan mescide geldiği takdirde iki kişi arasında (kendisine) yer açmamalıdır. Çünkü Selmân el-Fârisî'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Her kim cuma günü gusleder ve gücü yettiği kadarıyla temizlenir, sonra (yağ) sürünür ya da bir koku sürünür, sonra (namaza) giderse, iki kişinin arasını ayırmayıp, kendisi için takdir edilen kadarıyla namaz kılar, sonra imam (hutbe vermek üzere) çıktığında susup dinlerse, o cuma ile gelecek cuma arası (küçük) günahları bağışlanır."515
2. Az önce kaydettiğimiz hadis-i şerif dolayısıyla hutbeyi dikkatle dinlemesi ve bunun için kendisini hazırlaması da gerekir.
3. Oturmak istediği takdirde oturan bir kimseyi kaldırarak yerine oturmaya kalkışmamalıdır. Çünkü İbn Ömer Radıyallahu anh şöyle derdi: "Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem adamın kardeşini oturduğu yerden kaldırarak, kendisinin o yere oturmasını yasaklamıştır."516
4. Mescidde insanların omuzları üzerinden atlayıp, geçmek şiddetli bir şekilde mekrûhtur. Çünkü Abdullah b. Busr'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Cuma gününde onun yan tarafında oturuyor idim. Bir adam gelip insanların omuzları üzerinden atlayıp geçiyordu. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ona: "Otur, sen artık eziyet veriyorsun." diye buyurdu.517
Sehl b. Muâz b. Enes el-Cühenî babasından şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Her kim cuma günü insanların omuzları üzerinden geçecek olursa o cehenneme doğru bir köprü edinmiş olur."518
5. İmama yakınlaşmalı ve ona doğru yüzünü dönmeli, mümkün olduğu kadarıyla ön saflarda namaz kılmaya gayret etmelidir. Çünkü bunların faziletine dair gelmiş rivâyetler vardır. Ayrıca bir yerde daha çok hak sahibi olmak, oraya daha erken varanındır.
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye der ki: Bir kimsenin hazır değilken bir şeyler sermesi ve bununla başkasını orada oturmasını engellemesi hakkı yoktur. Bu öyle bir yeri gasbetmek ve yüce Allah'ın müslümanlara emrettiği namaz kılmalarını engellemektir. Sünnet olan kişinin bizzat kendisinin gelip önde oturmasıdır. Kendisinden önce bir seccade gönderip yer tutan bir kimse zalimdir ve böyle bir işi yapması engellenir. Bu gibi seccadelerin kaldırılması ve onun yerine insanların gelip oraya oturmasının sağlanması icab eder.519
6. İmam hutbe irad ederken konuşmak caiz değildir. Çünkü Sahih-i Buhârî'de Ebu Hureyre'nin rivâyet ettiği hadise göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Cuma gününde imam hutbe verirken arkadaşına "dinle" diyecek olursan, sen lağvetmiş (cumanın sevabını kaçırmış) olursun."520
Aslında "dinle" demek bir marufu (iyiliği) emretmektir fakat böyle bir konumda lağv yani günahtır. Bunun dışındaki sözlerin günah olması ise daha da ileri derecededir. Peygambere salât ve selâm getirmek müstesnâdır. Hatibten bunu dinleyecek olursa, kendisinin de salât ve selâm getirmesi sünnet olur. Ancak başkasını meşgul etmemek için yüksek sesle getirmez. Aynı şekilde hutbeyi dinleyen kimsenin sesini yükseltmeden hatibin duasına âmin demesi de sünnettir. Şâyet kendini tutamayıp, hapşıracak olursa gizlice kendisi duyacak kadarıyla "elhamdulillah" der.
Başkasına "yerhamukellah" demek, dinlemenin vücubu dolayısıyla meşru değildir.521 Tıpkı namazda iken hapşırana yerhamukellah denilmeyeceği gibi hutbe esnasında hapşırana da yerhamukellah denilmez.
7. İmam hutbe okurken oturuş şekliyle yakınındakilerin yerini daraltması mekrûhtur. Bir yere yaslanması, ayaklarını uzatması, yahut elleriyle arkaya doğru dayanması gibi. Böylelikle normal oturan bir kimseden daha çok yer tutmuş olur. Ancak bir rahatsızlığı dolayısıyla bunu yaparsa sakıncası yoktur. Şâyet kalabalık olan bir yerden biraz uzağa çekilirse bu daha faziletli olur. Çünkü bu yolla başkalarının yerini daraltmadan kendi bedenini de rahatlatmış olur.
8. İmam hutbe verirken giren kimselerin selam vermeleri caiz değildir. Bunun yerine sakin ve vakarlı bir şekilde safta yerini alır, kısa iki rekât kılar. Sonra da hutbeyi dinlemek üzere oturur. Etrafında bulunanlarla musafahası (tokalaşması) caiz olmaz. Şâyet "es-selamu aleykum" diyerek selam verecek olursa, cuması boşa çıkmış olur ve ecrinden mahrum kalır. Böyle birisinin selamını almak da caiz değildir. Eğer konuşmaksızın musafaha yaparsa, hatibi dinlemek ve onun için gerektiği gibi hazırlanmaya aykırı olduğundan dolayı mekrûhtur, fakat cuması boşa çıkmaz.
9. Hutbeyi dinleyen bir kimsenin çakıl taşları ve benzeri şeylere dokunması, sakalıyla, elbisesiyle ya da başka bir şeyle oynaması, huşûya aykırı olduğundan dolayı caiz değildir. Çünkü Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "...Çakıl taşlarına dokunan bir kimse lağvetmiş olur."522
10. Hutbe dinleyenin sağa sola bakmaması, etrafına bakınarak meşgul olmaması gerekir. Ashab-ı kiram (Allah onlardan razı olsun) hutbe esnasında Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'e yüzlerini dönerlerdi. Çünkü Abdullah b. Mesud Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem minberin üzerinde ayağa kalktı mı ashabı yüzlerini ona doğru dönerlerdi."523
11. Bir maslahat sebebiyle hutbeden önce, sonra ve iki hutbe arasında konuşmakta bir sakınca yoktur. Eğer cuma hutbesini dinleyen kimse konuşursa lağvolur. Hatib konuşursa caizdir. İbnu'l-Kayyim'in zikrettiğine göre524 Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem hutbesinde ashabına İslamın temel esaslarını ve şer'î hükümlerini öğretiyor, bir emir ya da bir nehiy gerektirecek bir durum sözkonusu olduğu takdirde onlara emirler veriyor ve nehylerde bulunuyordu. Nitekim kendisi hutbe okurken içeri giren bir zata iki rekât namaz kılmasını emretmişti. Çünkü Cabir b. Abdullah'tan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: "Bir adam cuma günü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem hutbe vermekte iken içeri girdi. Ona: "Namaz kıldın mı?" diye sordu. O: Hayır deyince şöyle buyurdu: "İki rekât kılıver."525
Yine insanların omuzları üzerinden atlayıp geçen kimseye bu işi yapmamasını söylemiş ve oturmasını emretmişti. Çünkü Abdullah b. Busr'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Cuma gününde onun yan tarafında oturuyor idim. Bir adam gelip insanların omuzları üzerinden geçti. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ona: "Otur, sen (başkalarına) eziyet verdin." diye buyurdu.526
Ortaya çıkan bir ihtiyaç yahutta ashab-ı kiramdan birisinin sorduğu bir soru dolayısıyla hutbeyi keser ve o kimseye cevap verir, sonra tekrar hutbesine döner, tamamlardı. Kimi zaman bir ihtiyaç dolayısıyla minberden aşağı iner, sonra dönüp onu bitirirdi. Nitekim Hasan ve Hüseyin radıyallahu anhuma’yı almak üzere minberden inmiş, onları almış, sonra onları da minbere çıkartarak hutbesini tamamlamıştı.
Hutbe verirken herhangi bir kimseyi: Ey filan gel diye çağırır, ey filan otur, ey filan namaz kıl, diye seslenirdi.
Cuma Namazı İle İlgili Bazı Hükümler
İmam ikinci hutbeyi bitirdikten sonra minberden iner. İcmâ’ ile iki rekât cuma namazı kılınır. Cuma namazı bağımsız bir namazdır. Bir özür sebebiyle bu namazı kılamayan bir kimse, bunun yerine öğle namazını kılar.
Cuma namazı için hatib minbere çıktıktan sonra ezan okunduğu takdirde yüce Allah'ın şu buyruğunun gereği olarak alışveriş haram olur: "Ey iman edenler! Cuma günü namaz için ezan okunduğunda Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın." (el-Cumua, 62/9)
Şevkânî diğer muamelât ta alışveriş gibi değerlendirilir, demektedir.527
İbnu'l-Arabi de şöyle demektedir: Cuma namazını kılmaktan alıkoyacak şekilde uğraştıran bütün akidler şer'an haramdır. Bu işten vazgeçirmek için de feshedilir.528
Cuma namazı kılması gereken kimseler için namaz vakti girdikten sonra namazı kılmadan yolculuğa çıkmak caiz değildir. Vakti girmeden önce yolculuğa çıkmaya gelince, bu hususta ilim adamlarının üç görüşü vardır. Bunlar imam Ahmed'in açıkça ifade ettiği sözlerden nakledilen rivâyetlerdir. Birincisine göre caiz değildir, ikincisine göre caizdir. Üçüncüsüne göre ise özel olarak sadece cihad için caizdir.529
İmam cumanın iki rekâtinde de açıktan okur. Birinci rekâtte Fatiha suresinden sonra Cumua suresini, ikinci rekâtte Fatiha suresinden sonra el-Munafikun suresini okuması sünnettir. Çünkü Muslim, İbn Ebi Râfi'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Mervân, Ebu Hureyre'yi yerine Medine valisi olarak tayin etti ve Mekke'ye çıkıp gitti. Ebu Hureyre bize cuma namazını kıldırdı. (Birinci rekâtte) cum'a suresini okuduktan sonra son rekâtte: "Münafıklar sana geldiğinde...” (el-Münafikun) suresini okudu. İbn Ebi Râfi, dedi ki: Namazdan ayrılıp gidince Ebu Hureyre'ye yetiştim ve ona şöyle dedim: Sen Ali b. Ebi Talib'in Kufe'de iken (cuma namazında) okuduğu iki sureyi okudun. Ebu Hureyre dedi ki: Ben Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i bu iki sureyi cuma günü okurken dinledim.530
Yine Fatiha'dan sonra birinci rekâtte el-A'lâ sûresini, ikinci rekâtte el-/âşiye sûresini okuması sünnettir. Bir tek sureyi iki rekâte bölüştürmez, çünkü sünnete muhaliftir.
en-Numan b. Beşir'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem iki bayram (namazın)da ve cuma (namazın)da! "O en yüce Rabbinin ismini tesbih et" (el-A'lâ suresi, 87/1) ile "Sana örtüp bürüyen (kıyamet)in haberi geldi ya!" (el-/âşiye, 88/1) sûrelerini okudu. (en-Numan b. Beşir devamla) dedi ki: Şâyet bayram ve cuma aynı günde bir araya gelirse, yine her iki namazda da her iki sureyi okurdu."531
Cuma namazına nasıl yetişilmiş olur?
Cuma namazı imam ile birlikte birinci rekâti kaçıran kimseler için ikinci rekâtin Ruku’una ve sücûduna yetişmekle yetişilmiş olur. Namaza başlamakla birlikte ikinci rekâte yetişemeyecek olursa, o namazı öğlen namazı olarak tamamlar. Çünkü Ebu Hureyre'den gelen rivâyete göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Namazdan bir rekâta yetişen kimse, namaza yetişmiş demektir."532
Yine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Siz gelip de bizim secdede olduğumuzu görürseniz, siz de secde ediniz; fakat onu bir şey saymayınız. Kim bir rekâta yetişirse, namaza yetişmiş sayılır."533
Cuma Namazının Sünneti
İlim ehli cuma namazından önce nafile kılmak hususunda farklı görüşlere sahiptir. Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye şöyle demiştir: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ezandan sonra ve cumadan önce hiçbir şey kılmazdı. Bir şey kıldığını kimse ondan nakletmiş de değildir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem döneminde ancak minbere çıkıp oturduğu vakit ezan okunurdu. Bilal ezan okuduktan sonra Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem iki hutbeyi irad ederdi. Sonra Bilal kamet getirir, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem de cemaate namaz kıldırırdı. Zaten bu durumda ezandan sonra ne onun, ne de onunla birlikte namaz kılmaya gelen müslümanlardan herhangi bir kimsenin namaz kılmasına imkân olmazdı. Kimse de cuma günü mescide çıkmadan önce evinde namaz kıldığını nakletmiş değildir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem kendi sözü ile de cumadan önce belli bir miktarda namaz tayin etmemiştir. Aksine onun bu husustaki lafızları, kişi cuma günü mescide geldiği takdirde bir vakit ve miktar tayini sözkonusu olmaksızın namaza teşvik sadedindedir. Şu buyruğu gibi: "Kim cuma günü gusleder, sonra cumaya gelir, onun için mukadder olan kadarı ile namaz kılar, sonra (hutbeyi) dinlerse..."534 İşte ashab-ı kiram'dan nakledilen rivâyet bu şekildedir. Onlar cuma günü mescide geldiklerinde girdikleri andan itibaren kendilerine nasib olduğu kadarıyla namaz kılarlardı. Kimileri on rekât kılardı, kimileri oniki rekât kılardı, kimileri bundan daha az kılardı.
Bundan dolayı imamların çoğunluğu ittifakla şunu kabul ediyorlardı: Cuma namazından önce belli bir vakitte, sayısı belli rekâtlerde sünnet bir namaz sözkonusu değildir. Çünkü böyle bir şey ancak Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in ya sözü ile ya da fiili ile sabit olur. O ise bu hususta ne sözü ile ne fiili ile herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Malik, Şafiî ve ashabın çoğunluğunun mezhebi budur. İmam Ahmed mezhebinde meşhur olan görüş de budur. İlim adamlarından bir kesim ise ondan önce bir sünnet namazı olduğu kanaatindedir.535
Doğrusu cuma namazından önce revâtib ve miktarı belli bir sünnet olduğunun söylenemeyeceğidir.536
Buna göre kişi imam hutbeye çıkmadan önce mescide girecek olursa, Allah'ın dilediği kadarıyla namaz kılabilir. Eğer mescide girdiğinde imam hutbe okumakta ise, oturmadan önce kısa iki rekât kılar. Çünkü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse cuma günü geldiğinde eğer imam hutbede ise hemen iki rekât kılıversin ve bunları kısa tutsun."537
Cuma namazından sonra ise şâyet mescidde namaz kılacak olursa dört rekât kılar. Eğer evinde kılarsa iki rekât kılar. Çünkü İbn Ömer Radıyallahu anh'dan rivâyete göre o Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in nafile namazını anlatırken şöyle demektedir: "Cumadan sonra gidene kadar namaz kılmazdı. (Gidince de) evinde iki rekât namaz kılardı..."538
Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse cuma namazını kılacak olursa, ondan sonra dört rekât namaz kılsın."539
Cuma Namazını Kılmamayı Mübah Kılan Özürler
Genel ya da özel bir özür bulunmadıkça cuma namazına katılmama ruhsatı yoktur. Cuma namazı müslümanların icmâ’ı ile farz-ı ayn görüldüğünden cemaatle namazdan daha kesin bir yükümlülüktür. Çünkü yüce Allah: "Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit Allah'ın zikrine koşun." (el-Cumua, 62/9) diye buyurmaktadır.
Cuma dışındaki farz namazları cemaatle kılmak da, tercih edilen görüşe göre farz-ı ayn'dır.
Cuma namazı ve cemaate katılmak aşağıdaki özürlerden birisi dolayısı ile düşer:
1. Genel Özürler
Şiddetli yağmur, elbiseleri ıslatacak şekilde yağan kar, insanın yürümesini zorlaştıran soğuk ve çamur ve mescidde namazı eda etmeyi zorlaştıran herbir mazeret... Çünkü Nâfi'den rivâyete göre İbn Ömer soğuk ve rüzgarlı bir gecede namaz için ezan okuyup, şöyle dedi: Dikkat edin! Eşyalarınızın arasında namaz kılın! Sonra dedi ki: "Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem soğuk ve yağmurlu bir gece olduğunda müezzine: Dikkat edin eşyalarınızın arasında namaz kılın, demesini emrederdi."540
İbn Battâl dedi ki: İlim adamları icma ile şunu kabul etmişlerdir, Şiddetli yağmur, karanlık ve rüzgar ve benzeri hallerde cemaate katılmamak mübahtır.541
2. Özel Özürlerden Bazıları
a. Namaza gidecek olursa kişiye zorluk çıkaracak bir hastalık. Çünkü yüce Allah: "O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun!" (et-Teğâbun, 64/16) diye buyurmaktadır. Mü'minlerin annesi Âişe Radıyallahu anha'dan gelen rivâyete göre de Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem hastalığı sırasında: "Ebu Bekir'e müslümanlara namaz kıldırmasını emredin!" demişti.542
İbnu'l-Münzir dedi ki: İlim ehli arasında hastanın hastalığı dolayısıyla cemaatlerden geri kalabileceği hususunda bir görüş ayrılığı olduğunu bilmiyorum.543
b. Küçük ya da büyük abdeste sıkışmak. Gaz sıkıştırması da buna dahildir. Çünkü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Yemek hazırken ve kişi küçük ve büyük abdestine sıkışmışken namaz olmaz."544
Burada (olmaz şeklindeki) nefy (yasak anlamında) nehy demektir. Çünkü sıkışmak, kalbin, ibadete bir halel meydana getiren namazdan başka şeylerle meşgul olmasını gerektirir. Oysa cemaati terketmek, ibadetin dışında bir hususta halel meydana getirir. Bizzat ibadetin kendisini muhafaza etmek daha önemlidir. Ayrıca bu şekilde sıkışmak bedene de zararlı bir şeydir.
c. Yemek yeme ihtiyacı olan ve yeme imkânı bulunan kimsenin yanında yemeğin hazır bulunması. Az önce geçen "yemek hazırken namaz olmaz"545 hadisi bunu gerektirmektedir.
d. Cana, mala yahutta namusa bir zarar geleceğinden korkmak. Çünkü İbn Abbas Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Herkim ezanı işittiği ve ezanın çağrısına uymaktan onu alıkoyan bir özrü bulunmadığı halde cemaate gelmez ise kıldığı namaz o kimseden kabul olunmaz." Ashab: Özür nedir? diye sordular, Peygamber şöyle buyurdu: "Korku ya da hastalıktır."546 Hasta yahutta ölmek üzere olan bir kimsenin refakatçisi de bu kabildendir. Böyle bir kimse kendisi yokken hastanın öleceğinden korkar ve ona şehadet kelimesini telkin etmek için yanında kalmak isterse, cumayı terketmekte mahzur yoktur.
e. Bir alacaklının kendisinden alacağını isteyip, yakasını bırakmaması, onu rahatsız etmesi, bununla birlikte beraberinde ona ödeyecek bir şeyinin bulunmaması.
f. İtaat ya da mübah bir maksat ile yapılan seferde arkadaşlarının kendisini bırakması. Bineceği vasıtayı kaçıracağından yahut uçağa yetişememekten korkan bir kimse buna örnektir. Bu iki bakımdan bir özürdür. Evvela cuma namazını bekleyecek olursa, maksadını gerçekleştiremez, ikinci olarak kalbi böylece çokça meşgul olur.
g. Bir işte çokça yorulup, yoldan geri dönüp, uyuklayan kimsenin halinde olduğu gibi, ağır uykulu bir hal. Eğer bu şekilde namaz kılacak olursa, ne söyleyeceğini bilemeyecekse bu kimse de mazurdur. Çünkü Ebu Katade'nin Peygamber efendimize merfu olarak rivâyet ettiği hadiste şöyle buyurulmaktadır: "Gerçek şu ki, uykuda bir kusurluluk sözkonusu değildir. Kusurlu davranmak uyanıkken sözkonusudur. Sizden herhangi bir kimse bir namazı unutur yahut uykuda iken namazı geçerse onu hatırladığı vakit kılıversin."547
h. İmamın hem hutbeyi, hem de namazı sünnetten daha ileri derecede uzatması. Buna delil Nesâî'nin Cabir'den yaptığı şu rivâyettir. O dedi ki: "Ensardan bir adam su taşıyan iki bineği ile birlikte akşam namazını kılmakta olan Muaz'ın yanından geçti. Muaz Bakara suresini okumaya başladı. Adam da (kendi kendine) namaz kılıp gitti. Bu husus Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'a ulaşınca: "Sen fitneye düşüren misin ey Muaz, sen fitneye düşüren misin ey Muaz? diye buyurdu. Niçin: "O en yüce Rabbinin ismini tesbih et." (el-A'la, 87/1) ve: "Andolsun güneşe ve aydınlığına" (eş-Şems, 91/1) surelerini ve benzerlerini okuyarak kıldırmadın?"548
i. Cemaatin gerekeni yapmasına fırsat vermeyecek şekilde imamın hızlıca kıldırması. Eğer cuma namazının kılındığı bir başka mescid var ise mazeretin ortadan kalkması sebebiyle orada kılması icab eder.
j. Soğan, sarımsak, pırasa ve buna benzer muhatabları rahatsız eden ve yiyenden nefret ettiren türden ağzın kötü kokmasına sebeb olan şeyleri yemek. Mescidde bulunmayı yasaklamak, böyle bir kimsenin mazeret sahibi olması manasına değildir. Onun başkasına vereceği eziyeti önlemek içindir. Çünkü bu durumdaki kişi melekleri rahatsız eder, Ademoğullarını rahatsız eder. Cabir Radıyallahu anh'dan rivâyete göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "...Şüphesiz melekler de Ademoğullarının rahatsız olduğu şeylerden rahatsız olurlar."549 Sadece bunları yemek ise icma ile helâldir.
Şâyet bu kokuyu ağızdan giderme imkânı varsa, rahatsızlık verici hususun ortadan kalkması dolayısıyla namaza katılır. Eğer cumayı terketmek için bir gerekçe olsun diye ağzını kokutacak bir şey yiyecek olursa, cuma namazı üzerinden düşmez ve haram olur. Çünkü Enes'den rivâyete göre ona sarımsak hakkında sorulmuş o şu cevabı vermiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Her kim bu bitkiyi yiyecek olursa, bizlere yaklaşmasın, bizimle birlikte namaz kılmasın."550
Bedeninde yahut elbisesinde giderilmesi kendisi için kolay olmayacak şekilde kötü koku bulunan kimsenin durumu da böyledir. Mazeretten kasıt, günahın düşmesi ile birlikte ecri de tamamen almasıdır. Çünkü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Bir kimse hastalanır yahut yola çıkarsa, ikamet halinde iken ve sağlıklı iken yaptığı amelin bir benzeri yazılır."551
Soğan ve sarmısak yiyene gelince, ona cemaatin mükâfatı yazılmaz. Çünkü onun için cemaat yükümlülüğünün düşmesi çevresine verdiği rahatsızlığı önlemek maksadına binaendir.
k. Giyecek elbisesi bulunmayan çıplak bir kimse olması.552
Suyutî dedi ki: Cemaat yükümlülüğünü düşüren herbir mazeret cumayı da düşürür. Şiddetli rüzgar bundan müstesnadır. Çünkü onun geceleyin esmesi şarttır. Cuma ise geceleyin zaten kılınmaz.553
Yine şöyle demektedir: Cemaati terketmeye ruhsat teşkil eden mazeretler yaklaşık kırk kadardır.554
Namaz esnasında bazı özürler ortaya çıkacak olursa, namaz kılan kişi namazını çabucak bitirir, aksi takdirde namazını bırakır. Çünkü Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem namazı uzatınca Muâz’a sitem etmiş, fakat Bakara suresini okumaya başlayınca, namazını bırakıp giden adama sitem etmemiştir.
Radyo ve Televizyona Uyarak Cuma Namazı Kılmanın Hükmü
Kur'ân ve sünnette vârid olmuş nasslar namazın cemaat ile edâ edilmesinin vücubuna, cuma namazının da farz-ı ayn olduğuna, erkek, sağlıklı, mukim (yolcu olmayan), bir yerde yerleşik, müslüman, baliğ, âkil, hür ve mazereti bulunmayan kimseye mescidde cemaatle kılınması gereken farz-ı ayn olduğuna delil teşkil etmektedir. Cuma namazı müslümanların icmaı ile cemaatle namaz kılmaktan daha te'kidlidir. Mescidde kılınması ancak şer'î bir özür olması halinde kalkar.
Fakat bazı kimseler şer'an üzerlerine farz olan cuma namazı veya ondan başka bir namazı eda ettiklerini zannederek radyoya ya da televizyona uymakta, bunu ya bilgisizliklerinden ya önemsemeyerek ve tembellik ederek yapmaktadırlar.
Doğru olan; bu şekilde namazın caiz olmadığıdır. Bir kimse kendi evinde imama uysa ve imamın sesini radyo ya da televizyon ile duyuyor ise, onun kıldığı bu namaz -dinde bir bid'at ortaya koyması bir tarafa- sahih değildir. Âişe Radıyallahu anha'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Her kim bizim bu işimizde onda olmayan bir şeyi sonradan ortaya çıkarırsa o merduttur."555 Bununla birlikte namazı da fâsiddir. O Allah'ın şiârlarından birisini küçümsemiş, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in sünnetine uymamış olur. Oysa o şöyle buyurmaktadır: "... Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz, siz de öylece kılınız..."556
Böyle bir kimse, ayrıca namaza gitmek ve cemaate katılmak için vaadolunmuş bulunan pek büyük bir ecri elde etme fırsatını da kaçırmış olmaktadır.
“İlmi araştırmalar ve fetva daimi komisyonu” bu hususta bir fetva vermiş bulunmaktadır ki, sözkonusu bu fetva aşağıdaki hususları dile getirmektedir: "Erkeklerin kadınların, zayıf ya da güçlülerin evlerinde bir ve daha fazla bir kimsenin cemaatmiş gibi imama uyarak namaz kılıp, namazlarını sadece hoparlorün sesine göre tesbit etmeleri caiz değildir. Bu namazın farz ya da nafile cuma ya da başkası olması farketmez. Evlerinin imamın arkasında yahut önünde olmaları arasında da fark yoktur. Çünkü gücü yeten erkeklerin farz namazları mescidlerde eda etmeleri icab eder. Bu yükümlülük ise kadınlar ve güçsüzler için sözkonusu değildir."

HASTANIN ve HASTA HÜKMÜNDE OLANLARIN NAMAZLARI

Enes b. Mâlik'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in canı, göğsünde hırıltılı soluyorken, diliyle de hemen hemen net söyleyemiyorken yaptığı son vasiyeti şu olmuştu: Namaza dikkat edin namaza, bir de sağ ellerinizin sahib olduğuna (kölelerinize)."428
O halde namazın ebediyyen terkedilmeyecek bir ibadet olmasında hayret edecek bir şey yoktur. Ümmetini seven, ümmetine düşkün olan Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi vesellem yüce Allah'a yapılan en üstün ibadetlerden, O'na yakınlaştıran en büyük amellerden birisi olan bu ibadete dört elle sıkı sıkı sarılmayı teşvik etmektedir. Bundan dolayı onun bu son vasiyeti, vasiyetlerin en önemlilerinden ve en büyüklerindendir.
İbadetlerin kolaylaştırılması, insanın karşı karşıya kaldığı çeşitli durumlara çözüm bulmak amacıyla İslâmın gözönünde bulundurduğu bir yöntemdir. Hastalık insanın gücünü, şevkini, kudretini, hareket kabiliyetini sınırlandıran bir arızadır. Hasta olanın farz bir ibadet ile Allah'a kendisiyle yakınlaştığı ve hayatın yükümlülüklerini yerine getirebilmesi için, hastanın yaratıcısından kopmaması amacıyla İslâm, namazın eda edilmesini emreder. Çünkü hastalığı ne olursa olsun aklı başında kalmaya devam ettiği sürece bu ibadet yükümlülüğü onun üzerinden düşmez.
Ancak hastanın kılacağı namaz durumuna göre olur. Çünkü yüce Allah: "O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan sakının!" (et-Teğâbun, 64/16) diye buyurmaktadır.
Hasta olan kimsenin küçük ya da büyük hadesten kurtulmak için su ile taharet alması icab eder. Çünkü taharet namaz için bir şarttır. Eğer buna gücü yetmiyor ise teyemmüm yapar.
Elbisesini, bedenini necasetlerden temizlemesi icab eder. Eğer buna gücü yetmezse, durumu neye elverir ise öylece namaz kılar, kılacağı namaz sahihtir, ayrıca iade etmesi de gerekmez.
Hastanın temiz bir şey üzerinde de namaz kılması icab eder. Eğer buna gücü yetmezse haline göre namaz kılar, namazı sahihtir, iade etmesi gerekmez.
Hasta olan kimsenin farz namazı eğilmiş bir vaziyette dahi olsa ayakta eda etmesi gerekir. Duvar ya da bir asaya dayanmasında bir sakınca yoktur. Ayakta duramıyor yahut ayakta durması açıkça bir zorluk getiriyor yahut hastalığının iyileşmesini geciktiriyor ya da hastalığını arttırıyor ise, bağdaş kurmak suretiyle oturarak namaz kılar. Çünkü Âişe Radıyallahu anha'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Ben Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'i bağdaş kurarak namaz kılarken gördüm."429 Yahut teşehhüde oturduğu gibi oturur. Bununla birlikte kolayına gelen bir şekilde oturma imkânı da vardır. Bu durum onun sevabından hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Ebu Burde'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Ben Ebu Musa'yı defalarca şöyle derken dinledim: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Kul hastalandığı ya da yolculuğa çıktığı vakit mukimken ya da sağlıklı iken yaptığı amellerin bir benzeri ona yazılır."430 Bu durumda onun kıldığı namaz da sahihtir, onu tekrar iade etmez. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ayakta iken, otururken ve yanlarınız üzereyken Allah'ı anın." (en-Nisa, 4/103)
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem İmran b. Husayn'a verdiği emirde şöyle buyurmuştur: "Ayakta namaz kıl, gücün yetmiyorsa oturarak, gücün yetmiyorsa yanın üzere yatarak (kıl)!"431
Şâyet oturamıyor yahutta oturması ona açıkça zor geliyor ise, kıbleye yönelik yanı üzere namaz kılar. Rukû’ ve sucûdu îmâ ile yapar, sucûda rukû’dan biraz daha fazla eğilir. Yüzünü gücü oranında yere yakınlaştırır. Efdal olan sağ yanı üzerinde uzanmasıdır. Eğer kıbleye yönelmekten âciz ise kolayına gelen tarafa namazını kılabilir.
Şâyet yanı üzere namaz kılmaktan da âciz ise kimi ilim ehline göre ayakları kıbleye doğru olmak üzere sırt üstü yatmış olarak namaz kılar.432 Rukû’ ve sucûd için başı ile işaret eder. Eğer buna da gücü yoksa göz kapaklarıyla işaret eder.433 Rukû’ için kapaklarını azıcık yumar, secde için daha fazla yumar. Bazı hastaların yaptığı şekilde parmakla işaret etmeye gelince, bu doğru değildir. Ben bunun Kitab ve sünnetten ve hatta ilim ehlinin görüşlerinden bir dayanağının olduğunu bilmiyorum.434 Eğer gözü ile ima ya da işaret etmek gücüne sahib değilse kalbiyle kıyamı, ruku’u ve sucûdu niyet eder.
Şâyet hasta ayakta durabilmekle birlikte ruku’ ve sucûd yapamıyor ise ayakta namazını kılar, ima ile ruku’ yapar, sonra oturur ima ile secdesini yapar. Üzerinde secde yapmak üzere önüne bir yastık konulmasında bir mahzur yoktur. Gücü yettiği kadar da bu yastığı ince tutmaya çalışır. Çünkü Um Seleme'den rivâyet edildiğine göre o, gözlerindeki bir rahatsızlık dolayısıyla önüne konulmuş bir yastık üzerine secde ediyordu da Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bu hususta ona engel olmamıştı.435
Eğer beli bükülmüş birisi ise, namaz kılan ayakta gücü yettiği kadar başını kaldırır, ruku’ halinde birazcık eğilir. Eğer ruku’ yapabiliyor, secde yapamıyor ise ruku’ sırasında ruku’ yapar, secde için imada bulunur. Eğer secde etmeye gücü yetiyor, ruku’a gücü yetmiyor ise secde sırasında secde yapar, ruku’unu da ima ile yapar.
Hasta oturarak namaz kıldığı takdirde yere secde edebiliyor ise bunu yapması icab eder. İmada bulunması yeterli olmaz.
Müslüman bir kimse ayakta namaza başlamakla birlikte namaz sırasında ayakta duramayacak olursa, gücü neye yetiyorsa öylece namazını tamamlar. el-Kâsânî dedi ki: Sahih olan namaza başlayıp, ondan sonra herhangi bir hastalık, arız olursa oturarak ya da yatarak imkânına göre namazının kalan bölümünü tamamlar.436 Aynı şekilde namaza yanı üzerinde yatarak, yahut oturarak başlayan bir kimse namaz sırasında ayakta durabilecek gücü bulursa, namazını ayakta tamamlar.
Çamur ya da su içinde bulunan bir kimse, eğer çamura bulaşmadan ve su ile ıslanmadan secde yapamıyor ise, ima ile de namaz kılabilir, bineği üzerinde de namaz kılabilir. Çünkü İbn Ömer Radıyallahu anh'dan rivâyet edildiğine göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem yağmurlu ve soğuk bir gece olduğu vakit müezzine: "Yükleriniz arasında namaz kılın! diye seslenmesini emrederdi."437
Ya'lâ b. Mürre'nin rivâyetine göre bir yolculukta Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte idiler. Dar bir geçide vardıklarında namaz vakti girdi ve yağmur yağdı. Sema(nın yağmuru) üstlerinde, ıslaklık (ve çamur) altlarında idi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bineği üzerinde olduğu halde (emri ile) ezan ve kamet getirildi bineği üzerinde öne geçti. İma ile (namaz kıldırdı). Secdeye ruku’dan biraz daha fazla eğiliyordu.438
Şâyet ıslaklık rahatsız etmeyecek kadar az ise, secde etmesi gerekir. Çünkü Ebu Said el-Hudrî Radıyallahu anh'ın rivâyetine göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem "...sabah namazını kılıp bitirdiğinde yüzü çamur ve su ile dolmuştu."439
Hasta olan kimsenin namazı -vaktinde kılmak ona zor gelmedikçe- vaktinden sonraya bırakmazsı caiz değildir. Eğer vaktinde kılmak ona zor gelirse öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı birlikte cem’ ile, cem’-i takdim (ikisini ilkinin vaktinde) yahut cem’-i te'hir (ikisini ikincisinin vaktinde) kolayına geleceği şekilde kılar. Çünkü yüce Allah: "Allah size kolaylık diler, güçlük istemez." (el-Bakara, 2/185) diye buyurmaktadır.

KORKU NAMAZI

Mübah olan herbir savaşta korku namazı caizdir. Haram olan bir çarpışmada caiz değildir. Çünkü korku namazı ruhsattır. Tıpkı namazın kısaltılarak kılınması halinde olduğu gibi, haram bir gerekçe ile mübah olmaz.418
Mübah olan savaş birkaç çeşittir. Bunlardan birisi kâfirlerle savaştır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "...Eğer kâfirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız namazı kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur." (en-Nisa, 4/101) Bayram namazını kılmak yahut ezan okumak, kamet getirmek gibi İslamın açıktan ifa edilen şiarlarını terkeden kimselerle savaşmak da -az önce zikrettiğimiz nassa kıyasen- böyledir. Mü'minlerden iki kesimin birbiriyle çarpışması halinde haddi aşıp saldırganlığını sürdüren kesimle savaşmak da bu kabildendir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Eğer onların biri diğerine karşı haddi aşıyorsa o haddi aşan grubla Allah'ın emrine dönünceye kadar çarpışın." (el-Hucurat, 49/9)
Korku Namazının Meşru Oluşunun Delilleri
Kitabtan delili yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Sen de aralarında bulunup, onlara namaz kıldırdığında bir kısmı seninle birlikte namaza dursun ve silahlarını da alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında (diğerleri) arkanızda bulunsunlar. Namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin, seninle beraber (bir rekat) namaz kılsınlar. Hem tedbirli bulunsunlar, hem de silahlarını alsınlar..." (en-Nisa, 4/102)
O halde419 korku namazı Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in zamanında meşru idi. Onun meşruiyeti kıyamete kadar devam eder. Ashab ve diğer imamlar -önemsenmeyecek kadar basit görüş ayrılıkları dışında- bu hususta icma halindedirler.
Düşmandan, insandan, yırtıcı hayvandan yahut yangından korkmak hallerinde korku namazı hem ikamet halinde, hem yolculuk halinde meşrudur. Ancak (düşmanın) kendisiyle savaşılması caiz olanlardan olması yahutta namazın eda edilmesi halinde müslümanlara hücum edeceğinden korkulması şartı aranır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kâfirler siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafilken size ansızın bir baskı yapmayı arzu ederler." (en-Nisa, 4/102)
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye der ki: İmam Ahmed ve diğer hadis fukahası bu hususta Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'den ve ashabından sabit olmuş hadisin umumi ifadesine uyarlar ve Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'den rivâyetleri bellenmiş bütün türlerde korku namazını caiz kabul ederler.
Korku Namazının Kılınış Şekilleri
1. Düşman kıble tarafında değilse imamın kılacağı namaz da iki rekât değilse, ordu kumandanı orduyu iki bölüğe ayırır. Bir bölük onunla namaz kılar, diğeri ise hücum etmesin diye düşmanın önünde kalır. Birinci bölük ile bir rekât kılar, ikinci rekâte kalkınca ona uyanlar münferiden (tek başlarına) namaz kılmayı niyet ederek kendi kendilerine namazı tamamlarlar. Daha sonra düşmanın karşısına giderler ve ikinci bölüğün yerinde düşmanın önünde dururlar. İmam ise hala ayakta kalmaya devam etmektedir. İkinci bölük gelip, imam ikinci rekâtte iken namaza başlarlar. İmam ikinci rekâti birincisinden daha uzun tutar. İkinci bölükle geri kalan rekâti kılar, sonra teşehhüd için oturur. Teşehhüd için oturup fakat selam vermeden önce ikinci bölük secdeden kalkar ve geri kalan bir rekâti tamamlayarak teşehhüdde bulunan imama yetişirler. İmam da onlarla birlikte selam verir.
Bu şekil Kur'ân'ın açık ifadelerine uygundur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sen de aralarında bulunup, onlara namaz kıldırdığında bir kısmı seninle birlikte namaza dursun ve silahlarını da alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında (diğerleri)" yani namazı tamamladıklarında "arkanızda bulunsunlar. Namaz kılmamış olan diğer kesim gelsin, seninle beraber (bir rekat) namaz kılsınlar." Bunlar ise daha önce düşmanın önünde bulunanlardı."Hem tedbirli bulunsunlar, hem de silahlarını alsınlar." (en-Nisa, 4/102)
İkinci bölüğün düşmana karşı duruşları daha tehlikeli olduğundan ötürü yüce Allah onlara tedbirli olmalarını ve silahlarını almalarını emretmiştir. Bu şekilde korku namazını Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Zâtu'r-rikâ’ gazvesinde kılmıştır. Salih b. Havvât, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte Zâtu'r-rikâ’ günü korku namazı kılanlardan şunu rivâyet etmektedir: "Bir bölük onunla (Peygamberle) birlikte saf tuttu. Bir diğer bölük ise düşmana yüzünü dönüp durdu. Kendisi ile birlikte bulunanlarla bir rekât namaz kıldı. Sonra ayakta durdu (onunla birlikte bir rekât kılanlar), kendi kendilerine namazlarını tamamladıktan sonra dönüp gittiler ve düşmana karşı saf tuttular. Diğer bölük geldi ve onlarla birlikte de geri kalan bir rekâti kıldı. Sonra oturmaya devam etti, onlar kendi kendilerine namazlarını tamamladıktan sonra onlarla birlikte selam verdi."420
2. Düşman kıble tarafında değilse: İbn Ömer Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem korku namazını iki bölükten birisi ile tek rekât olarak kıldı. Diğer bölük düşmana dönük durmuştu. Sonra (bir rekât kılanlar) gidip, arkadaşlarının yerlerinde düşmana yüzleri dönük durdular. Öbürleri geldi, sonra Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem onlara da bir rekât kıldırdıktan sonra Peygamber selam verdi. Daha sonra bunlar da bir rekât, öbürleri de bir rekâtı kaza ettiler (tek başlarına kıldılar)."421
Bu hadisten anlaşıldığına göre ikinci bölük, ikinci rekâti tamamlamadıkça selam vermez. Böylelikle namazı kesintisiz olur. Yerlerinden ayrılıp gittiklerinde düşmana karşı dururlar, birinci bölük de ikinci rekâtin kazasını yapar.
3. Düşman kıble tarafında bulunursa: Câbir b. Abdullah Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte korku namazında hazır bulundum. Bizi iki saf yaptı. Bir saf Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in arkasında idi. Düşmansa bizimle kıble arasında bulunuyordu. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem tekbir getirdi, biz de hep birlikte tekbir getirdik. Sonra rukû’a vardı, biz de hep birlikte rukû’a vardık. Sonra başını rukû’dan kaldırdı, hep birlikte başımızı rukû’dan kaldırdık. Sonra arkasındaki saf ile birlikte secdeye eğildi. Arkadaki saf ise düşmanın karşısında ayakta kaldı. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem secdeyi bitirip, hemen arkasındaki saf da kalkınca, arkadaki saf secdeye eğildi ve secdeden kalktılar. Daha sonra arkadaki saf öne geçti, öndeki saf da arkaya geçti. Sonra Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem rukû’ etti, biz de hep birlikte rukû’a vardık. Sonra başını rukû’dan kaldırdı, biz de hep beraber başımızı kaldırdık. Sonra birinci rekâtte arkada bulunan ve hemen onun arkasına geçmiş olan saf ile birlikte secdeye eğildi, arkadaki saf ise düşmana karşı ayakta kaldı. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem arkasındaki saf ile birlikte secdeyi bitirince, arkadaki saf secde için eğilip secde etti. Sonra Peygamber selam verdi. Biz de hep birlikte selam verdik. Cabir dedi ki: Sizin bu koruyucularınızın emirlerine yaptığı gibi (biz de yaptık)."422
4. İmamın herbir bölük ile iki rekât namaz kılması: Bu durumda imam dört rekât kılar, her iki bölük ikişer rekât kılar. Cabir Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte yola koyulduk. Nihayet Zâtu'r-Rikâ’a varınca... (Câbir) dedi ki: Namaz için ezan okundu, birinci bölük ile iki rekât namaz kıldı, sonra onlar geri çekildiler. Diğer bölüğe de iki rekât kıldırdı. (Cabir) dedi ki: Böylelikle Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem dört rekât, bölüklerin herbirisi ise ikişer rekât kılmış oldu."423
Hadis-i şeriften Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in ancak dördüncü rekâtin sonunda selam verdiği anlaşılmaktadır.
5. İki bölükten herbirisi ile tam olarak iki rekât kılar ve selam verir. Çünkü Ebu Bekre'den gelen rivâyete göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem korku halinde bölüğe iki rekât namaz kıldırdı, sonra selam verdi. Sonra diğer bölüğe iki rekât kıldırdı, sonra selam verdi. Böylelikle Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem dört rekât kılmış oldu.424
6. Herbir kesimin imam ile birlikte sadece tek bir rekât kılması: İmam iki rekât kılar, herbir bölük ise kaza edeceği rekât sözkonusu olmaksızın bir tek rekât kılar. Çünkü İbn Abbas Radıyallahu anh'dan gelen rivâyete göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Zu Kared de namaz kıldırdı. Müslümanları arkasında iki saf halinde dizdi. Bir saf onun arkasında, diğer saf ise düşmana karşı dizildi. Arkasındaki safa tek bir rekât namaz kıldırdıktan sonra arkasındakiler gidip öbürlerinin yerini aldılar. Öbürleri geldi, onlara da bir rekât namaz kıldırdı ve (diğer rekâti) kaza etmediler.425
Sözü edilen korku namazı şekilleri, korku şiddetlenmedikçe kılınmaz. Şâyet namaz vakti girip de savaş kızgınlığını sürdürüyor, atışlar kesintisiz devam ediyor, müslümanları namazı eda etmek üzere az önce geçen şekilde bölüklere ayırmaya imkân yoksa, namaz tehir edilmez. Aksine herkes kendi durumuna göre -kıbleye dönük olsun olmasın- namaz kılar. Ruku’ ve sücudu güçleri oranında ima ile yaparlar. Darbelerini düşmana indirir, ileri gider, geri çekilirler ve bu halleriyle kıldıkları namazları sahihtir. Çünkü yüce Allah: "Şâyet korkarsanız o halde (namazı) yaya olarak veya binek üstünde (kılın)." (el-Bakara, 2/239) Bu da ister yürüyerek, ister durarak, isterse de binek üzerinde hangi halde olursanız olunuz, namazınızı kılınız demektir.
Bir düşmandan, selden, yırtıcı bir hayvandan yahut bir yangından korkup kaçan ya da kâfirlerin elinde namaz kıldığını gördükleri takdirde kendisini öldüreceklerinden korkan bir esir ya da ortaya çıktığı vakit öldürüleceğinden korkup, saklanan bir kimse ise gücü oranında durarak, yürüyerek, oturarak, kıbleye doğru ya da başka bir tarafa yatmış olarak yolcu ya da mukim dahi olsa korku namazını kılar, ruku’ ve sücûd için îmada bulunur.
İlim ehlinden bir kesimin kanaatine göre bu halde olup, korku şiddetlenecek olursa ve insanın ne söylediğini ya da ne yaptığını düşünmesine imkân vermiyor ise namazı vaktinden sonraya bırakması caizdir. Eğer namazda söyleyip, yaptığını düşünebilecek imkânı varsa hangi durumda olursa olsun namazını kılsın. Buna Ahzab gazvesinde Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in namazı geciktirmiş olmasını delil gösterirler.
Korku Halinde Akşam Namazının Kılınışı
Hafız İbn Hacer der ki: Korku namazı hakkında rivâyet edilen herhangi bir hadiste akşam namazının kılınış keyfiyetini sözkonusu eden hiçbir rivâyet bulunmamaktadır.426
Kimi ilim adamının naklettiğine göre imam birinci bölük ile iki rekât kılar ve bu bölük kendi kendisine bir rekât daha tamamlar, bu rekâtte Fatiha'yı okur. İkinci bölük ile de bir rekât kılar ve bu bölük kendisi iki rekât kılar, bunlarda Fatiha ile zamm-i sure okurlar.
İmam teşehhüd için oturduğu takdirde ikinci bölük gelinceye kadar oturuşunu uzatır. Onlar geldi mi ayağa kalkar. Birinci bölük üçüncü rekâti eda edip, selam vermek üzere teşehhüdü kısa tutup, ayağa kalkar. İmam da ayağa kalkar, ikinci bölük tekbir getirip onunla birlikte namaza uyarlar. İmam bu rekâti bitirip, teşehhüd için oturunca ikinci bölük kılamadıklarını kılmak üzere ayağa kalkar, onunla birlikte teşehhüde oturmaz. Şâyet bu bölük arka arkaya iki rekât kaza eder diyecek olursak, onunla birlikte teşehhüde oturabilmeleri de ihtimal dahilindedir. Böylelikle namazda tek bir teşehhüd yapılmamış olur.
Şâyet birinci bölük ile akşam namazının ilk rekâtini kılar, ikinci bölük ile de iki rekâtini kılarsa, bu da caizdir. Çünkü şeriatte varid olan şekliyle iki beklemekten daha fazla bir bekleme sözkonusu olmaz.427
Korku Namazı İle İlgili Bazı Meseleler
Korku namazında silâh taşımak
İlim ehlinin çoğunluğuna göre korku namazında silah taşımak müstehabtır. Sahih olan ise yüce Allah'ın bunu emretmesinden ötürü silah taşımanın vâcib olduğudur. Çünkü yüce Allah: "Bir kısmı seninle birlikte namaza dursun ve silahlarını da alsınlar." (en-Nisa, 4/102) diye buyurmaktadır.
Diğer taraftan silahı taşımamak müslümanlar için bir tehlike ifade eder. Bunun telâfi edilmesi ve bu tehlikeye karşı gerekli tedbirin alınması gerekir. Bundan ötürü yüce Allah birinci bölüğe silahlarını almalarını emretmiş, ikinci bölüğe hem silahlarını almalarını, hem de tedbirlerini almalarını emrederek: "Hem tedbirli bulunsunlar, hem de silahlarını alsınlar" diye buyurmaktadır. Burada taşınması emrolunan silah savunma silahıdır. Çünkü namaz kılan bir kimse namazında düşmana hücum edecek durumda değildir. Hacmi ve ağırlığı ile namazdaki huşûunu da engellememelidir.
Güvenlik halinde korku namazı
Güvenlik halinde korku namazının kılınması caiz değildir. Eğer bu şekilde kılacak olursa sahih olmaz. Çünkü korku namazı ikamet halindeki namazdan çeşitli şekillerde farklılık arzeder. Bazıları şunlardır:
1. Kıbleye yönelmeyi terketmek.
2. Birinci bölüğün, selâmdan önce imamdan ayrı tek tek namazlarını kılabilmeleri.
3. İkinci bölüğün imamın selâm verişinden önce kılamadıkları namazların kazasını yapmaları.
4. İmama uyanın, imama uymayı terkedebilmesi.
5. İmamdan ayrılmak.
6. Namaz şeklinin değişmesi ile birlikte namaz esnasında çok amelde bulunabilmek.
Bütün bu hususlar emniyet halinde, özürsüz yapıldığı takdirde namazı iptal ederler.
Şâyet ağırlıklı kanaatine göre düşmanın baskın yapacağını zanneder, bundan ötürü korku namazı kılar, sonra da bunun düşman olmadığı ortaya çıkarsa, yahutta düşman olduğu ortaya çıkmakla birlikte onu engelleyecek bir engelin bulunmasından ötürü kendisine varmasına imkân bulunmayan bir düşman olduğunu anlarsa, o takdirde korku namazını mübah kılacak sebep bulunmadığından ötürü namazını iade etmesi gerekir. Tıpkı kendisinin abdestli olduğunu zannederek namaz kıldıktan sonra abdestsiz olduğunu bilen kimse gibi.
Korkarak namaza başlayıp, sonradan emniyete kavuşursa namazını emniyet halindeki namaz olarak tamamlar. Şâyet namazına emniyet halinde iken başlar, sonra da korku ortaya çıkarsa korku namazı olarak tamamlar. Namazı da bu haliyle sahih olur. Çünkü namazına sahih olarak başlamıştır.
İslâmın Kolaylığı ve Müsamahakârlığı
Korku namazını ve çeşitli şekillerini düşünen bir kimse, önemli pek çok hususu tesbit eder. Bunların başında: İslamda namazın önemli yeri, ister güvenlik ister korku hallerinde, sağlık, hastalık hallerinde, yolculuk ya da ikamet hallerinde, her halde kulun namaz kılmasının farz olduğu gelmektedir. Hikmeti sonsuz şeriat koyucu da mükellefi haline uygun bir şekilde namaz kılmakla yükümlü tutar. Güvenlik halinin kendisine göre bir namazı, korku halinin kendisine göre bir namazı olduğu gibi, sağlıklı iken namazın kendine göre bir şekli, hasta iken kılınacak namazın kendine göre bir şekli vardır... Bütün bunlar İslam şeriatının mükemmelliğini, onun her zaman ve mekâna uygunluğunu göstermektedir.
İslam dediğimiz şey kolaylık, zorluğu kaldırmak ve meşakkati bertaraf etmek üzerinde yükselir. İnsan yükümlülüklerinin hafifletilmesini hakkettiği takdirde -oldukça hassas ölçülere uygun bir şekilde- ibadetlerde ruhsat ilkesini esas almıştır. İslamın müsamahakârlığı özür sahiplerinin namazlarının hafifletilmesinde de ortaya çıkar. Bu çok açık bir şekilde İslamda namazın büyük bir önemi olduğunu, cemaatle namaz kılmanın da oldukça önemsendiğini göstermektedir. Çünkü bunlar en zor hallerde bile sâkıt olmamaktadır.
Ateş sesleri yükselip, alevler etrafa saçılıp, kalbler korkudan yerinden fırlamış halde iken savaşta bile, müslümanların namazlarını cemaat ile az önce açıkladığımız şekilde eda etmek için nasıl saf tuttuklarını dikkatle düşünelim. Cemaatle namaz kılmak korku halinde bile vacib olduğuna göre, güvenlik halindeki vacibliği öncelikle sözkonusudur.
Müslümanlar yağmur halinde -herbir namazı vaktinde kendi evlerinde tek başlarına kılma imkânına sahib iken- cemaati kaçırmamak için iki namazı birarada cem’ ederek kılarlar.