Ara

Bismillahirrahmanirrahim

Yüce Allah buyuruyor ki:"Ben cinleri de, insanları da bana ibadet etmekten başka, bir şey için yaratmadım. Ben onlardan bir rızık da istemiyorum. Bana yedirmelerini de istemiyorum. Çünkü şüphesiz ki Allah'tır, hem rızkı veren, hem pek çetin kudret ve kuvvet sahibi olan." (ez-Zâriyât, 51/56-58)İbn

Ömer Radıyallahu anh'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "İslam beş temel üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermek, hac ve ramazan orucu(nu tutmak)." (Buhârî, I, 8 -lafız ona ait-; Muslim, I, 45)

28 Ağustos 2009 Cuma

İSLÂM'DA NAMAZIN YERİ

Namaz insanın yaratıcısına ibadet maksadı ile ifa ettiği şekillerden birisidir. Namaz kul ile Rabbi arasındaki bağlantıdır. İslamda namazın yeri tıpkı başın bedendeki yeri gibidir. İbn Ömer Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Emaneti olmayanın imanı yoktur. Abdesti olmayanın namazı olmaz. Namazı olmayanın dini olmaz. Şüphesiz namazın dindeki yeri tıpkı başın bedendeki yeri gibidir."5
Namaz şehadet kelimesinden sonra İslamın ikinci esasıdır. Onunla müslüman ile kâfir birbirinden ayırdedilir. Namaz İslamın göstergesi, imanın alâmeti, gözün bebeği, kalbin huzurudur. Enes b. Malik Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Ve gözümün bebeği namazdadır."6
Namaz neyi gerçekleştirir?
Namaz, sürekli Allah'ı anmayı ve O'nunla sürekli ilişki halinde olmayı gerçekleştiren bir ibadettir. Bütün itaatleri ve yüce Allah'a teslim olmayı, O'na hiçbir şeyi ortak koşmaksızın yalnızca O'na yönelmeyi ifade eder. İnsan nefsini eğitir, ruhu arındırır, kalbi aydınlatır. Bunu da kalbe Allah'ın celal ve azametinin tohumlarını ekerek yapar. Kişiyi tertemiz eder, ahlâkın üstün değerleri ile bezenmesini sağlar.
Namaz dindarlığın özünü teşkil eden bir ameldir. Bundan dolayı namaz tevhidden sonra bütün peygamberlerin risaletinde arka arkaya kesintisiz bir ibadet olarak emredilegelmiştir. Namaz sayesinde Allah'a ulaşmanın yolları güçlenir, kul namaz ile ilahi yükümlülüklerin zorluklarına karşı manevi bir yardıma sahib olacak şekilde güç ve enerji kazanır.
Yüce Allah, müslümanlara kendisini layık olduğu şekliyle övsünler, bu yolla emirlerini onlara hatırlatsın, dünya hayatında karşılaşacakları çeşitli zorluk ve belaların yükünü hafifletmek için namazın yardımını alsınlar diye namazı farz kılmıştır.
Namaz kılmakla insan, Rabbinin huzurunda tam bir saygı ve boyun eğiş haliyle durur. Kalbiyle ma’budunun azametinin farkına varır. Bununla birlikte ma’budun cemal ve celâline karşı sevgi ve korku hisseder. Onun yanındaki hayırları ümit eder, sıkıntılarının giderilmesini arzular, onun çetin azabından korkar.
Namazın Yeri
İslâmda namazın pek büyük yeri vardır. Başka herhangi bir ibadet bu konuma ulaşamaz. Namaz dinin direğidir, onsuz din ayakta durmaz. Muâz b. Cebel Radıyallahu anh'ın rivayet ettiği bir hadise göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Sana bütün işin başını ve onu ayakta tutan direğini, zirve noktasını söyleyeyim mi? Ben, söyle ey Allah'ın Rasûlü dedim. Şöyle buyurdu: "İşin başı İslam, onu ayakta tutan direği namaz, zirve noktası ise cihaddır..."7
Namazın yeri şehadet kelimesinden sonradır. Böylelikle namaz akidenin doğruluğuna ve sağlıklı oluşuna delil teşkil eder. Kalbde yerleşenin doğru bir belgesi ve onu tasdik eden bir burhan olur. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "İslam beş temel üzerine bina edilmiştir. Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğuna şehadet etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermek, Beyt’i haccetmek ve ramazan ayında oruç tutmak."8
“Namazı dosdoğru kılmak (ikamu's-salah)” onu sözleriyle, fiilleriyle -Kur'ân-ı Kerim'de geçtiği üzere- muayyen vakitlerinde eksiksiz olarak eda etmektir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "... Şüphesiz namaz mü'minler üzerine vakitleri belli bir farzdır." (en-Nisa, 4/103)
Şehadet kelimesinden sonra namaz bütün esasların önündedir. Çünkü namazın yeri ve şanı pek büyüktür. Namaz yüce Allah'ın Mekke'de farz kıldığı ve Medine'de hükümleri tamamlanan ilk ibadettir. Mü'minlerin annesi Âişe Radıyallahu anhâ'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah namazı farz kıldığı vakit hem yolculukta, hem ikamet halinde ikişer rekât olarak farz kıldı. Yolculuk namazı olduğu gibi kaldı, ikamet halindeki namaz arttırıldı."9
Medine'de diğer ibadetler namazdan sonra tamamlandı ve mükellefiyetlerin pekçoğu ondan sonra farz kılındı.
Farz oluşu itibariyle namazın özel bir yeri vardır. Namazın farziyetini yeryüzüne bir melek indirmedi, fakat yüce Allah, Rasûlü Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem'a semavâta miraç ile yükselme nimetini ihsan etti, Rabbinin huzurunda en yüksek bir mevki ve en büyük bir karşılaşma halinde o yüce Rasûl, bu pek büyük mükellefiyet ile muhatab kılındı.
Namaz Allah'ı Hatırlatır
Namaz kılan, yüce Allah'ın huzurunda durur. Kendisi ile Allah arasında herhangi bir aracı bulunmaz. Yüce Allah'a yakın olduğu şuuruna erer. Yüce Allah'ın kendisiyle beraber olduğunu hisseder. Buna bağlı olarak bütün azaları huzura, güvene, kesin yakîne ulaşır. Huşû ile rükûa ve secdeye varır, Allah'ın yardım ve desteğine kavuşur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Mü'minler gerçekten felâh bulmuşlardır. Onlar ki namazlarında huşû içindedirler. " (el-Mu'minun, 23/1-2)
Müslüman farzıyla, nafilesiyle namaza kesintisiz devam eder. Hastalık ya da yolculuk gibi herhangi bir mazeret sebebiyle namazdan uzak kalamaz. Nereye giderse namaz farizası onunla beraberdir. O nerede fırsat bulursa namazını orada eda eder. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmaktadır: "...Ve yeryüzü benim için bir mescid ve bir temizlenme aracı kılındı. Ümmetimden herhangi bir kimseye namaz nerede erişirse, orada kılıversin..."10 Yeryüzünün tamamı ibadet yeridir. Çünkü ibadet Allah'ın evlerinin sadece duvarları arasında yapılmaz. Yeryüzünün tamamı Allah'ın hakimiyeti altındadır. Kişi de nereye giderse gitsin Allah'tan korkmakla, O'na karşı takvalı olmakla yükümlüdür.
Namaz vakitleri arasında müslüman az önce Allah'ın huzurunda olduğunu, ellerini havaya kaldırarak O'ndan hidayet istediğini, biraz sonra yine namaz vaktinin geleceğini, yeniden Allah'ın huzurunda duracağını bilir. Bu durumda olan bir kimsenin Allah'ın zikrinden, O'nu hatırlamaktan gaflete düşmesi, O'nu unutması yakışmaz. Bundan dolayı kul her zaman namazın etkisi altında kalmaya devam eder. İmanı güçlenip, artar. Kararlılığı daha bir pekişir ve kişiyi hayatın meşguliyetlerinden çekip alır, insanı aldatıcı hususlar karşısında nefsin muzaffer olmasını sağlar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "(Bunlar) kendilerini ticaretin de, alışverişin de Allah'ı anmaktan, namazdan, zekâtı vermekten alıkoyamadığı yiğitlerdir. Onlar kalblerin ve gözlerin (dehşetten) halden hale döneceği bir günden korkarlar." (en-Nur, 24/37)
Çeşitli hallerde ve zamanlarda namazın sürekliliği ve kesintisiz oluşu, onu diğer amelî mükellefiyetlerden ayıran bir niteliğidir. Namaz, zekat, oruç ve hac gibi İslamın temel esasları dışında kalan bütün mükellefiyetler genel olarak belirli birtakım maslahatlara bağlıdır, o maslahatlar etrafında döner, dolaşırlar. Maslahat umulduğu takdirde o mükellefiyetler sabit kalır, ortadan kalktığı takdirde yahut bitmesi halinde de ortadan kalkar. Yahut bu yükümlülükler muayyen şartlarda vacib olan insanlar arası ilişkilerine bağlıdır, affetmek ve başka yollarla da bunlar ortadan kalkabilir. Sözü geçen İslamın rükunleri ise muayyen vacibler (farz-ı ayn)dir. Allah'a ait haklar hiçbir zaman ortadan kalkmaz. Fakat bu rükunler arasında yine namazın, süreklilik özelliği ile onlardan ayrıldığını görüyoruz. Çünkü oruç ancak gücü yetene farzdır, hac ancak oraya gidebilecek yolu bulabilenler için bir yükümlülüktür. Zekatı ancak nisaba malik olan (zengin sayılan) kimseler verir. Namaza gelince, güç yetirebilme mazeretleri namazı ortadan kaldırmamaktadır. Sadece zorluğu ortadan kaldırmak için namazın rükunleri hafifletilebilir. Esası ise, ihtiva ettiği üstün özellik ve manaların ortadan kalkmaması için devam eder."11
Namaz İslâmın Bütün Rükunlerini Bir Arada Toplar
Namaz hemen hemen İslamın Rükunlerinin bir toplamıdır. Çünkü namaz birinci ve ikinci teşehhüdde iki şehadeti kapsar. Namazın bizzat kendisi günlük bir zekâttır. Çünkü namaz kılan bir kimse namazı eda etmek için vaktinin bir bölümünü feda eder. Halbuki aynı zamanda zekatını vereceği bir mal kazanmak suretiyle bu zamanında bir iş yaparak bu vakti değerlendirebilir. Kişi namaz kılınca malın da esasını teşkil eden vaktinin bir bölümünü harcar. Nasıl ki12 zekat malın temizleyicisi ise namaz da vakitlerin temizleyicisidir. İnsanın çeşitli zamanlarda ve namazları arasındaki zaman fasılalarında işlediği masiyetlerden bir temizleme aracıdır. Buna tanık olarak Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in şu buyruğu yeterlidir: "Sizden herhangi birinizin kapısı önünde bir ırmak bulunup da o kişi o ırmakta günde beş defa yıkanacak olursa ne dersiniz? Bu o kişi üzerinde herhangi bir kir bırakır mı?” Ashab, hayır kirinden bir şey bırakmaz deyince, Peygamber şöyle buyurdu: "İşte beş vakit namazın misali de bunun gibidir. Allah onunla günahları siler."13
Hatta namaz bu hususu da aşarak insanın cimrilikten ve bencillikten kurtulmasına bir hazırlık olabilmektedir. Buna göre namaz14 ve namazdaki Allah'ın rububiyetinin itirafı, kapsadığı; Allah karşısında itaatle boyun eğmek, kıyam, rükû’ ve sücûd nefsi eğitir ve onun büyüklük duygusunu alçaltır. Nefsi ilahi emirleri kabul edip, gereklerince amel etmeye itaat edecek bir hale getirir.
İşte bundan dolayı zekâtı emreden âyetlerin birçoğunda zekât ile birlikte namazın da sözkonusu edildiğini görüyoruz. Bu buyruklarda zekât emri namaz emrinden sonra gelmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin."15; "Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler..."16; "Namazı dosdoğru kılar ve zekatı verir..."17; "Namazı da dosdoğru kılın, zekatı verin." (el-Ahzab, 33/33); "Hayatta olduğun sürece namaz kılmamı, zekât vermemi emretti." (Meryem, 19/31)
Zekât çeşitli üslublarla namaz ile birlikte sözkonusu edilmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bu o kitabtır ki, onda hiç şüphe yoktur. Takva sahibleri için bir hidayettir. Onlar gayba iman ederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de infak ederler." (el-Bakara, 2/2-3)
Bütün bunlarla birlikte namaz özel birtakım söz ve fiillerdir. Bu ibadet tekbir ile başlamakta, selam vermek ile sona ermektedir. Bu ibadette insanın nefsi ve azaları namazın tümünü ya da kemalini bozan hertürlü namaza muhalif davranıştan yana oruç tutar (uzak kalır).
Namaz kılan kimse Mescid-i Haram'a doğru yönelir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz yüzünü göğe doğru evirip çevirmeni elbette görüyoruz. Onun için andolsun seni hoşnud olacağın bir kıbleye döndüreceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram'a (Ka’be'ye) doğru çevir. Siz de nerede bulunursanız yüzlerinizi o yöne çeviriniz..." (el-Bakara, 2/144)
Kişi bunu yaparken kıbleye yönelmek şeklindeki namazın bir ruknünü yerine getirirken, diğer taraftan İslamda hac diye bilinen rükun ile de ortak bir tarafı ortaya koymaktadır.
Namaz Hayasızlıktan ve Münkerden Alıkoyar
Namaz insan nefsini bayağı hallerden arınsın diye kötü eğilimlere karşı tedavi eder. Böylelikle namaz kılan kişi hertürlü kötülükten uzak kalabilir. Müslüman huşû ile Rabbinin huzurunda dururken, rükû’ ve secde yaparken, yaratıcısı ile ilişki kurar. Böylelikle ruhu yücelir, değerinin yüksekliğinin farkına varır. Yaratıcısını gazablandıran işlerden uzak kalır. Çünkü onun ruhunda Allah'ın gözetimi altında olduğu inancı yer etmiş bulunmaktadır. Nefsi içinden bir kötülük geçirdikçe Allah'ın, üzerindeki nimetlerini hatırlar. Çünkü var olmak nimetini kendisine bağışlayan, müslüman olmakla onu değerli kılan, namaz kılmakla Rabbi ile karşı karşıya gelmek ve O'na yakınlaşmak şerefini bağışlayan yüce Allah'tır. Bundan dolayı kötülük işlemek noktasında nefsi ona itaat etmez.
Namaz kılarken Kur'ân'ı okur. Allah'ın âyetleri üzerinde düşünür, anlamlarını tefekkür eder. Azab âyetleri Allah'ın cezasının çetin olduğunu belirten buyruklar geçince, benliğinden titrer ve nefsi azgınlıklardan yüz çevirir. Ruhunda Allah korkusu yer ettikçe bu onu hertürlü hayasızlıklardan ve münkerlerden alıkoyar... Rahmet, nimetler ve cennetlere dair âyetler geçince bu sefer ruhu bu derecelere yükselmeyi, cennetlere erişmeyi arzu eder. Bundan dolayı Allah'a karşı duyduğu haşyet daha bir artar. Allah'ın azabından sakınmaya çalışır, O'nun rızasını elde etmeye, nimetlerine nail olarak umduklarına kavuşmaya çalışır. Bütün bunları Allah'ın emirleri karşısında alçak gönüllülükle ve yasaklarından sakınmakla ulaşmaya çalışır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Namazı da dosdoğru kıl, çünkü namaz insanı hayasızlıktan ve münkerden alıkor. Allah'ı zikretmek ise elbette en büyüktür. Allah ne yaptığınızı bilir." (el-Ankebût, 29/45)
Namaz kılanların çokluğu ile birlikte namazın hayatlarındaki etkisinin az olmasının sırrı belki de onların namazı ancak şekli ile edâ etmelerinden ötürüdür. Ayakta durur, rukûya varır, secde ederler, dua ve tesbihte bulunurlar, tekbir getirir, hamd ederler. Fakat namazda huzurlu bir kalb ile onu eksiksiz bir şekilde edâ etmek seviyesine ulaşamamaktadırlar. İşte namaz kılanlar aldıkları mükâfat ve sevab ile yüce Allah'ın nizamını uygulamakta, istikametleri itibariyle farklı farklıdırlar. Halbuki namaz esnasında yerine getirdikleri ameller aynıdır. İşte bu namaz kılanların namazın ruhunu, özünü kavramakta farklı olduklarını gösteren hususlardan birisidir. Kalbin huzuru oranında namaz dosdoğru kılınmış olur, namaz kılanın yaşantısındaki etkisi ve yansıma boyutları yine o oranda ortaya çıkar.
Bir rivayette şöyle denilmektedir: "Her kimin kıldığı namaz kendisini hayasızlıktan ve münkerden alıkoymuyor ise onun namazı yoktur."18
Şimdi Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte namazlarını eda eden münafıkların durumuna bakınız. Buna rağmen onlar yine de cehennemin en alt basamaklarında olacaklardır: "Doğrusu münafıklar Allah'ı aldatmak isterler. Halbuki o hilelerini başlarına geçirir. Namaza kalktıkları vakit de tembelce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak pek az anarlar. Onlar ikisi arasında bocalayan kararsız kimselerdir. Ne bunlara, ne de onlara (taraf) olurlar. Allah'ın şaşırttığı kimseye sen asla yol bulamazsın." (en-Nisa, 4/142-143)
Namazın Etkilerinden
Namaz her bir hayrın anahtarıdır. Kalbe bir ünsiyet ve bir mutluluk kazandırır. Ruha sevinç ve huzur verir. Bedeni çalışkan ve canlı kılar. İnsan tek bir durumda devam edip gitmez. Kimi zaman onu arı-duru görürüz, kimi zaman hali bulanıverir. Herhangi bir husustan ötürü sevinçli bulursak, bir başka sebepten ötürü kederleniverir.
Namazların da çeşitleri pek çoktur. İkamet halinde ayrı bir namaz, yolculuk halinde ayrı bir namaz, hastanın ayrı bir namazı, korku namazı, cuma namazı, bayram namazları, cenaze namazı, istiska (yağmur) namazı, gece namazı, kuşluk namazı vardır... Sanki namaz bu çeşitleriyle insanın rahatsızlıklarını giderir, hastalıklarını tedavi eder, değişip duran ve pek çeşitli rahatsızlıklarını, kederlerini tedavi eder.
Farz namazlar tekrarlanır durur. Böylelikle namaz kul için sürekli bir bakım gibidir. Müslüman nefsini yaratıcısına sunar, Rabbinin huzurunda devam eder. Rabbinin gözetimi altında olup, O'nun tarafından korunduğu şuuruna erer. Yüce Rabbinden hayatın meşguliyetlerine karşı kendisine yardım ve destek sağlayacak imanî güçler alır. Dünyanın aldatıcı fitnelerine kanmaz. Maddiyat onu meşgul etmez. Çünkü namazdan namaza kalbini hayra iten hususları besleyen, şerre götüren sebepleri ortadan kaldıran bir azıkla dolar. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmaktadır: "...Sizden herhangi bir kimse (bir sonraki) namaz vaktini beklemeye devam ettikçe namazda demektir."19
Namazın eğitici etkileri de vardır. Namaz nefsi yaratıcıya itaat üzere eğitir, kula kulluğun âdâbını ve rububiyete karşı görevlerini öğretir. Bunu ise namaz kılanın kalbine yerleştirdiği Allah'ın kudreti, azameti, O'nun şiddetle yakalaması, rahmeti ve mağfireti ile ilgili inançtır. Aynı şekilde namaz kişiyi üstün ahlâkî değerlerle bezer ve güzelleştirir. Çünkü namaz nefsi basit ve aşağılık sıfatlardan alıp yükseltir. Namazın insandaki etkisini araştıracak olursak, namaz kılan bir kimsenin doğru sözlü, güvenilir, kanaatkâr, vefakâr, halim (başkalarının hatalarını affedebilen), alçak gönüllü, adaletli, yalan söylemekten, hainlikten, aç gözlülükten, sözlerini, ahidlerini bozmaktan, gazab etmekten, büyüklenmekten, zulümden... uzak kaldığını görürsünüz.
Dünyanın dört bir yanında namaz kılanlar kıbleye yöneldiklerinde, müslüman başkalarıyla kaynaştığını, onlarla bir ve beraber olduğunu hisseder. Tefrikayı bir kenara atar. Rengin, ırkın veya sınıflaşmanın hiçbir yerinin olmadığını görür. Hepimiz Allah'ın kullarıyız, ilahımız bir ve tektir, dinimiz birdir, kıblemiz birdir. Zengin ile fakir, üstün ile değersiz arasında bir fark yoktur. Müslüman Allah'ın evine dosdoğru yönelmeye gayret eder. Bundan dolayı sağa ve sola sapmaz. Bu yolla o, hayatının bütün işlerinde adaletli olmak esası ile herşeyi olması gereken yerine koymakla da hikmet esası üzerine eğitilmiş olur.
Aynı mescidde cemaate gelen müslüman, kardeşlerinin acılarını ve emellerini paylaşır. Böylelikle kendi cemaati ve toplumu arasında faal bir unsur haline gelir. Namaz onu verilen sözde dikkatle durmaya, vakit konusunda titiz olmaya alıştırır. Çünkü namaz onun vakitlerini düzene koyar. Böylelikle hayatının bütün işlerinde düzene alışır. İmama uyarak itaate, verilen emirlere uyma alışkanlığını elde eder.
Namaz Şehâdet Kelimesinden Sonra İslâmın En Önemli Esasıdır
Kur'ân-ı Kerim içinde bulundukları azabın sebebi kendilerine sorulduğu vakit, cehennem ehlinin halini tasvir ederken şöyle buyurmaktadır:"Herbir kişi kazandıkları karşılığında rehin alınmıştır. Ashabu'l-yemîn müstesnâ, cennetlerdedirler. Birbirlerine soru sorarlar; suçlular hakkında: 'Sizi Sakara (cehenneme) ne sürükledi?' Derler ki: 'Biz namaz kılanlardan değildik, yoksullara yedirmezdik, biz de dalanlarla birlikte dalardık. Din gününü de yalanlardık, nihayet ölüm gelip bize çattı.' Artık şefaat edenlerin şefaati onlara fayda vermez." (el-Müddessir, 74/38-48)
Buna göre namaz bu yalanlayıcıların inkâr ettikleri ilk amel, kıyamet gününde de değerini bilmediklerinden ötürü pişmanlık duyacakları ilk husus olacaktır. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmaktadır: "Kıyamet gününde kulun kendisinden hesaba çekileceği ilk husus namaz olacaktır. Eğer o düzgün çıkarsa, diğer amelleri de onun için düzgün çıkar. Eğer o bozuk çıkarsa, diğer amelleri de bozuk çıkar."20
Şehadet kelimesinden sonra namazın pek büyük fazileti olduğundan Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in son nefeslerini verirken ümmetine yaptığı son vasiyet olmuştur. Um Seleme Radıyallahu anha'dan rivayete göre o şöyle demiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in yaptığı son vasiyet arasında şu da vardır: "Namaza dikkat edin namaza, bir de elinizin altındaki kölelere!" Öyle ki Allah'ın Peygamberi (salât ve selam ona) dili bunu açıkça söyleyemezken, göğsünde onu tekrar edip duruyordu.21
Dinin yitirilecek en son bölümü namazdır. Namaz kayboldu mu din de bütünüyle kaybolur. Cabir b. Abdullah Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlulah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Kişi ile şirk ve küfür arasındaki fark namazdır."22
Bundan dolayı müslümanın namazı vakitlerinde eda etmeye gayret etmesi, bu hususta tembellik göstermemesi yahut unutmaması gerekir. Kur'ân-ı Kerim vakit çıkıncaya ve namaz geçinceye kadar başka şeylerle oyalanan kimselerin hallerini uygun bir hal olarak karşılamamakta ve şöyle buyurmaktadır: "İşte (böyle) namaz kılanların vay haline ki, onlar namazlarından gaflet içindedirler." (el-Mâun, 107/4-5) Namazı kaybedenleri tehdit etmekte ve şöyle buyurmaktadır: "Bunlardan sonra ise namazı zayi eden, arzularına uyan bir kavim geldi. İşte onlar gay (cehennem) ile karşılaşacaklardır." (Meryem, 19/59)
Ebu Umame el-Bahilî Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Eğer bir kaya parçası on halkadan kaldırılarak cehennemin kenarından aşağıya atılacak olursa, yetmiş yıl düşse bile gay ve âsâma ulaşmadıkça cehennemin dibine ulaşamaz." Ona gay ve âsâm nedir diye sorulunca şöyle buyurdu: "Bunlar cehennemin dib tarafındaki iki kuyudur. Cehennemliklerin irinleri bunlardan akar. Yüce Allah'ın kitabında:"Namazı terkeden, arzularına uyan bir kavim geldi. İşte onlar Gay ile karşılaşacaklar." (Meryem, 18/59) ile "kim bunları işlerse âsâm ile karşılaşır." (el-Furkan, 25/68) buyruklarında sözkonusu ettikleridir."23
İşte bu hususları sunduktan sonra şunu belirtelim ki; muvahhid Rabbinden korkan, sevabını uman bir müslümana herhangi bir şekilde namazı elden kaçırması yakışmaz. Aksine müslüman namazı eksiksiz olarak dimdik ayakta tutup kılmak için bütün gayretini ortaya koymalıdır. Namazını kılarken gerekli huşûu ve Allah'a karşı itaatla boyun eğmeyi (hudû’) gerçekleştirmeli, hayatın her türlü aldatıcı fitnelerinden soyutlanabilmelidir. Namaz ile ilgili bir söz söyleyecek veya bir iş yapacak olursa mutlaka kalbiyle, aklıyla, ruhuyla, bedeniyle Allah'a yönelmelidir. İşte o vakit böyle bir kimseye kurtuluşun müjdesi verilebilir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Mü'minler gerçekten felâh bulmuşlardır. Onlar ki namazlarında huşû’ içindedirler." (el-Mu'minûn, 23/1-2)

2 yorum: