Ara

Bismillahirrahmanirrahim

Yüce Allah buyuruyor ki:"Ben cinleri de, insanları da bana ibadet etmekten başka, bir şey için yaratmadım. Ben onlardan bir rızık da istemiyorum. Bana yedirmelerini de istemiyorum. Çünkü şüphesiz ki Allah'tır, hem rızkı veren, hem pek çetin kudret ve kuvvet sahibi olan." (ez-Zâriyât, 51/56-58)İbn

Ömer Radıyallahu anh'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "İslam beş temel üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermek, hac ve ramazan orucu(nu tutmak)." (Buhârî, I, 8 -lafız ona ait-; Muslim, I, 45)

28 Ağustos 2009 Cuma

NAMAZDAN ÖNCE YAPILMASI GEREKEN İŞLER

Yüce Allah'a gerçek anlamıyla ubûdiyet, namaz ile tahakkuk eder. Çünkü namazda ihlas, huşû, yaratıcı olan Allah'ın önünde zilletle duruş vardır. Kul herbir yanını ruhî azıkla doldurur. Bu azık ona görevlerini yerine getirebilme ve sakındırılan şeyleri terkedebilme gücünü kazandırır.
Namaz ile kul, mevlâsının huzuruna çıkar, O'ndan yardım diler, O'na sığınır, O'ndan hidayet ister. Dili zikir ederek harekete geçer, aklı zikrin anlamı üzerinde tefekkür eder, düşünmekle meşgul olur. Kalbi bu büyük kavuşmadan dolayı çarpar, nefsinin dört bir yanı nur ile parıldar, şehvet ve arzuların üstüne yükselir. Şüphelerden uzaklaşır, Allah'ın sınırlarını aşmayacak bir yerde durur. Allah'ın tazim ettiğini tazim eder, Allah'ın haram kıldıklarından uzaklaşır.

Namaz müslümanı mevlasına bağlayan ruhî bir irtibattır. Bununla kulun sebatı ve istikrarı artar. Akidesi sarsılmaz, azimeti, kararlılığı zayıflamaz. Çünkü o yüce Allah ile kesintisiz bir ilişki halindedir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bize şunu haber vermektedir: "Şüphesiz sizden herhangi bir kimse namaz için ayağa kalktığında, Rabbi ile konuşur yahut Rabbi kendisi ile kıblesi arasında bulunur..."101

Müslüman kişi namazı edâ etmek üzere Rabbinin huzurunda durabilmesi için taharetli olmalı, avretini örtmeli, ezan okunmalı, kıbleye yönelmelidir. Farz olan namazı vakti girmedikçe eda edemez. İşte bundan sonraki sahifelerde namazdan önce olması gereken bu hususlardan bir dereceye kadar geniş açıklamalarla sözedeceğiz.

1. Taharet

Yüce Allah, sağlık ve hastalık, zenginlik ve fakirlik, yolculuk ve ikamet hallerinde namaz dışında devamlılığı olan başka bir farz kılmış değildir. Yüce Allah her gece ve gündüzde kullarına beş vakit namaz kılma yükümlülüğü koymuştur. Kul Rabbine seslenmek için bu ibadete koşar. Bu kavuşmaya temizlenerek hazırlanır. Taharetsiz olarak namazın kabul olunmayacağı hükmünü takdir etmek, yüce Allah'ın hikmetlerindendir. Bunun için kul ya gusleder, ya abdest alır yahut teyemmüm yapar. Azalarını maddenin pisliklerinden arındırır, Rabbinin huzuruna temiz ve pak çıkmak için gerektiği gibi güzelleşir. Bu yolla o gafletinden, tembelliğinden kurtulmuş, bunların yerine çalışkanlık ve uyanıklığı elde etmiş olur.

Yüce Allah namazın değerini tazim ederek ay hali olan kadının bu halinden temizleninceye kadar namaz kılmasını yasaklamıştır. Lohusa kadının da lohusalığından temizleninceye kadar namaz kılmasını yasaklamıştır. Bunun neticesinde taharetin etkileri genel olarak müslümanların hayatına yansımış ve temizlik onların bir alışkanlıkları haline gelmiştir.

Taharetin anlamı görünür ve maddi temizlikten daha derinlere ulaşır. Nefsi masiyetlerin paslarından, günahların kirlerinden arıtıp, temizler. Bu münkerleri işleyen bu azalara gelince işte onların dış taraflarını yıkamaktadır. Günahlarını örtmek, bayağılıklardan uzak kalmak, yüce Allah'a yakınlaşmak suretiyle de onları temizlemek üzere tam bir kararlılık ve yakîne sahib olur.

Küçük hadesten taharet abdest almakla, büyük hadesten de gusletmekle gerçekleşir. Daha önce belirttiğimiz özel şartlarla teyemmüm, her ikisinin de yerini tutar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınıza meshedin, her iki topuğunuza kadar ayaklarınızı da (yıkayın). Eğer cünub iseniz yıkanıp, temizleniniz." (el-Maide, 5/6)

İbn Ömer Radıyallahu anh'dan rivayete göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Taharetsiz hiçbir namaz, hırsızlıktan verilen hiçbir sadaka kabul edilmez."102

Namazdan önce müslüman bedeninin, elbisesisinin, namaz kılacağı yerin tâhir (necasetsiz ve temiz) olmasını araştırmalıdır. Bunlardan herhangi birisine iki yoldan çıkan bir necaset yahutta başka necasetlerden bir şey bulaşmış ise bunun izâle edilmesi ve su ile temizlenmesi gerekir. Çünkü Ali Radıyallahu anh'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ben mezisi çok gelen bir kişi idim. Kızı benim nikahımda olduğundan Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'e (bu hususta) soru sormaktan utanırdım. Bunun üzerine el-Mikdad b. el-Esved'e söyledim, o da ona sordu. Peygamber şöyle buyurdu: "Zekerini yıkar ve abdest alır."103

Enes Radıyallahu anh'dan rivayete göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Sidikten iyice korununuz, çünkü kabir azabının geneli ondan dolayıdır."104

Kadının da üzerindeki kan izlerini izale etmesi gerekir. Çünkü Âişe Radıyallahu anha'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Ay hali oldun mu namaz kılmayı terket. O kadar bir süre geçti mi üzerindeki kanı yıka ve namaz kıl."105

Yüce Allah'ın huzurunda durmanın azametli konumu dolayısıyla müslümanın necaset isabet etmiş bir elbise ile Allah'ın huzurunda durması o konumun yüceliği ile bağdaşır bir şey değildir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Elbiseni temizle!" (el-Müddessir, 74/4) İşte bundan dolayı böyle bir elbiseyi üzerinden necasetin etkisi gidinceye kadar su ile yıkamakla temizlemek vacibtir. Cabir b. Semura Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir adam Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'e hanımına kendisi ile yaklaştığı elbisede namaz kılıp, kılamayacağını sordu. Peygamber: "Kılabilir; ancak üzerinde bir şey görürse, onu yıkar." diye buyurdu.106

Yıkadıktan sonra eğer giderilmesi zor bir iz kalırsa -kanın rengi gibi- bu af edilir. Ebu Bekr Radıyallahu anh'ın kızı Esma'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir kadın Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'e şöyle sordu: Ey Allah'ın Rasûlü, eğer bizden birisinin elbisesine ay halinden ötürü kan isabet edecek olursa ne yapsın? Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Sizden herhangi birinizin elbisesine ay halinden ötürü kan isabet edecek olursa, o kan izini tırnağıyla yada ovalayarak gidersin, sonra da üzerine su serpsin, sonra o elbisesiyle namaz kılsın."107

Kadının elbisesinin (yere değen uzun) eteklerine gelince; onu da yer temizler. Çünkü rivayete göre bir kadın Nebi Sallallahu aleyhi vesellem'in hanımı Um Seleme Radıyallahu anha'ya şöyle demiştir: Ben eteklerini uzun tutan ve pis yerlerde yürüyen bir kimseyim. Bu sefer Um Atiyye şöyle dedi: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "(Yolun) ondan sonraki bölümleri onu (kirlenen etekleri) temizler."108

Necasetin elbiseden izâle edilmesi sırasında tamamen izâle olduğundan ve necasetin herhangi bir parçasının yahut renginin, kokusunun, tadının -imkânsız olan dışında- kalmadığından emin olmak gerekir. Sidiğin isabet ettiği elbiseden temizlik bir defa dahi onu yıkamakla gerçekleşir. Yeter ki koku gitsin ve izi kalmasın. Elbiseye değmiş olan meni ise kuru ise oğularak, yaş ise yıkanarak temizlenir.

Müslüman bir kimsenin namazdan önce namaz kılacağı temiz bir yer araştırması icab eder. Yere necaset isabet ettiği takdirde eğer necasetin maddi bir varlığı varsa o maddi varlığın gitmesi ile yer temiz olur. Eğer necaset ıslak ise üzerine su dökmekle temiz olur. Çünkü Ebu Hureyre Radıyallahu anh şöyle demiştir: Bedevi bir arab kalkıp mescidde küçük abdestini bozdu. İnsanlar onu yakaladılar. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem onlara: "Onu bırakın, sidiği üzerine bir kova su dökün. Sizler kolaylaştırıcılar olarak gönderildiniz. Zorlaştırıcılar olarak gönderilmediniz." buyurdu.109

Bedende, elbisede, yerde sürekli tahareti sağlamak, müslümanın bütün vakitlerinde ruhen hoş, zevki itibariyle yüksek, duyguları yüce olmasını sağlar. Eğer şeriat bu temizlikleri şart koşmamış olsaydı, halimiz ne olacaktı, bir düşünelim?

Bundan dolayı müslümanın bedenini, elbisesini, namaz kıldığı yeri temizlediği gibi içini de temiz etmesi gerekir. Böylece yüce Allah'a yönelirken, kalbinde kin, kıskançlık ve riya kalmamış olsun. Tevbe etmekte, Allah'tan mağfiret dilemekte elini çabuk tutmalı, ruhu kirleten, yüce Allah'ı gazablandıran herhangi bir şeye geri dönmemek hususunda kesin karar vermelidir.

Şüphesiz ki her namazdan önce kalbin yeniden gözden geçirilmesi ve ona bulaşan kirlerden arındırılması, kalbe huzur ve sükûnu yeniden kazandıracak ve her zaman bu halde kalacaktır. İşte o vakit kul Rabbinin huzurunda dünyevî herhangi bir şey kendisini meşgul etmeden durabilecek, Allah'ın haşyetini duyacak, ibadetin lezzetini alacaktır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah size güçlük çıkarmak istemez; ama sizi iyice temizlemek ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister, ta ki şükredesiniz." (el-Maide, 5/6)

2. Avreti Setretmek

Müslümanın namaza başlamadan önce en güzel elbiselerini giyinmesi uygundur. Bu elbiselerin de avreti örtecek şekilde olmaları şarttır. Yüce Allah: "Ey Âdemoğulları! Her mescidde zîynetinizi alın." (el-A’raf, 7/31) diye buyurmaktadır.

Zîynetin asgarî miktarı, avreti örtecek kadardır. Mescid ise ibadet için kurulmuş Allah'ın evidir. Geçen âyet-i kerime'de yüce Allah'ın emrini yerine getirmek için müslümanın mescide gideceği sırada en güzel elbiselerini giyinmesi gerekir. Çünkü o kendisinin ve bütün yaratılmışların Rabbine seslenecektir. Huzuruna çıkmak için süslenilmeye en layık olan yüce Allah'tır. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem de ashab-ı kiram'a süslenmelerini emretmiştir. İbn Ömer Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Sizden herhangi biriniz namaz kılacak olursa, en güzel elbisesini giyinsin. Çünkü yüce Allah kendisi için süslenilmeye en layık olandır."110

İbn Abdi'l-Berr dedi ki: Avreti örtmenin namazın farzlarından olduğunu söyleyenler, elbisesiyle örtünmeye gücü yetmekle birlikte çıplak olarak namaz kılıp, elbisesini üzerine almayanın namazının fasid olacağı üzerinde icmâ’ olduğunu delil göstermişlerdir. Bu hususta bütün fukahâ icmâ’ halindedir.111

Elbisenin avreti setretmesi şarttır. Eğer altından tenin rengini gösterecek kadar ince olursa, o elbisede namaz caiz olmaz. Şeriat kendisiyle namazın sahih olacağı elbiseyi belirlerken, zahirde ve batında şanı yüce Allah'ın tazim edilmesi gerektiğine dikkat çeker. Bu da bedenin açılması güzel olmayan yerlerini örtmekle olur. Böylelikle bu, müslümanın öğreneceği bir ders olur. Dışardan süsleneceği gibi, içerden de süslenir. Ruhta güzelliğin manalarına halel getirecek herbir şeyden uzak kalır.

Hür ve baliğa kadının namazdaki avreti

Yüzü dışında bedeninin tamamını örter. Şâyet boynunu yahut saçının tamamını namazda açacak olursa, namazını iade eder. İbn Abdi'l-Berr dedi ki: Fukahâ kadının namazda ve ihramda yüzünü açacağını icmâ’ ile kabul etmişlerdir.112

Hatta bazı fakihler kadının namazda yüzünü örtmesinin mekruh olduğunu açıkça ifade etmişlerdir. Namazın dışında ise, bakmak noktasında yüz, avretlerin başında gelir.

Kadının ellerinin ve ayaklarının namazda örtülmeleri gerekip gerekmediği hususunda görüş ayrılığı vardır. El ve ayakların örtülmesinin vücubuna dair açık deliller bulunmamakla birlikte ihtiyata uygun olan onları örtmektir.

Namazda buluğ çağına gelmiş erkeğin örtmekle yükümlü olduğu avreti ise göbek ile diz kapağı arasıdır. Göbek ile diz kapakları ise avrete dahil değildir.

Ön ve arka dışında göbek ile diz kapağı arasında kalan yerlerin örtülmesi gereken avret olmaları ile avret olmamaları hususunda bu husustaki rivayetlerin teâruzu dolayısıyla ihtilâf edilmiştir. Çünkü Enes Radıyallahu anh'dan gelen rivayete göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Hayber gazasına katılmış... Sonra belden aşağısını örten elbisesini (izarı) uyluğundan yukarıya çekmişti. Öyle ki şu anda ben Allah'ın peygamberinin uyluğunun beyazlığını görür gibiyim.113

Cerhed'den gelen bir diğer rivayete göre de; Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem onun yanından uyluğunu açmışken geçmiş, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ona: "Uyluğunu ört, çünkü o avrettendir” demiştir."114

Enes'in rivayet ettiği hadis, uyluk avretten değildir diyen birinci kesimin ileri sürdüğü deliller arasındadır. Çünkü eğer avret olsaydı, Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem avretini Enes b. Malik'in önünde de, başkası önünde de açmazdı.

Cerhed'in rivayet ettiği hadis ise uyluğun avret olduğuna dair gösterilen deliller arasında yer alır. Buhârî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demiştir: "Enes'in hadisi sened bakımından daha sağlam, Cerhed'in hadisi ise ihtiyata daha uygundur."115

Bu konudaki cevaba gelince, Enes'in rivayeti namazın dışındaki durumlarla alakalıdır. Sahih olan namazda erkeğin avretinin göbek ile diz kapağı arasında olduğudur. Aynı şekilde buluğ yaşına ermemiş olan kızın ve köle cariyenin de avreti göbek ile dizkapağı arasındadır. Yedi ila on yaş arasındaki küçük çocuğun avreti ise sadece ön ve arkadır. Yedi yaşından küçük çocuğun ise hiçbir şekilde avreti yoktur.

Hanbeliler avreti üç kısma ayırmışlardır:

1. Galiz Avret: Bu baliğa ve hür kadının avretidir.

2. Vasat Avret: Baliğ erkek ile buluğ yaşına gelmemiş kadın ile cariyenin avretidir.

3. Hafif Avret: Yedi ila on yaş arasındaki çocuğun avretidir.

3. Ezan

Ezan ve ikametin anlamı ve hükümleri

Ezan; sözlükte bildirmek demektir. Şer'î bir terim olarak; özel bir zikir çeşidi ile farz namazın vaktinin girdiğini bildirmektir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit, Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın." (el-Cumu, 62/9) Malik b. el-Huveyris Radıyallahu anh'dan rivayete göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "...Namaz vakti girdi mi sizin için biriniz ezan okuyuversin."116

İkamet (kamet) ise özel bir zikir şekli ile farz olan namazın kılınmak üzere olduğunu bildirmektir.

Ezan ve kametin hükmü, erkekler topluluğu için farz-ı kifayedir. Bir grub bu işi yerine getirecek olursa, bu günah diğerlerinden düşer. Çünkü Malik b. el-Huveyris'in naklettiği rivayette "biriniz" lafzı bunun farz-ı kifaye olduğunun delilidir.

Sevimli bir nidâ (sesleniş)

Ezan mü'min herbir kişiye sevimli bir sesleniştir. Temiz bir mekânda en büyük kavuşmaya, en hayırlı amele çağırır. O namazdan önce yapılan bir ibadettir. Onun "Allahu ekber" sadası bütün kâinatta yankılanır. Büyük olarak düşünebildiğiniz her ne varsa Allah daha da büyüktür. Herbir şey Allah karşısında hakirdir, önemsizdir. Ticaret, mallar, mülk, dünyalık herşey. O ne büyük bir sesleniştir! Tevhide, şirki ortadan kaldırmaya bir çağrıdır. Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem'in risaletini ispatlamaktadır. Onun anılışı yüce Allah'ın anılışı ile birlikte her ezanda yükselip durmakta, bütün zamanlar boyunca tekrar edilmektedir.

Ezan İslam ümmetini namazı eda etmek için yüce Allah'a yönelmeye, O'nun rızası ile kurtuluşa ermeye, Allah'ın evinde cemaatle namaz kılarak itaat etmeye, dünya ve âhirette felâha çağırmaktadır. Ezan dünyanın kendisini meşgul ettiği, oyaladığı herkese Allah'ın en büyük olduğunu, Allah'tan başka hiçbir ilah bulunmadığını ilan ederek sona erer ta ki bu gibi kimseler uyansınlar, herşeyi terkederek yüce Allah'la kavuşmaya koşsunlar.

Ezanın meşrû kılınışı

Ezan hicretin birinci yılında meşrû kılındı. (Şer'î bir delille öngörüldü). Meşrûiyetinin delili Abdullah b. Zeyd Radıyallahu anh'ın rivayet ettiği hadis-i şeriftir. O dedi ki: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem namaza toplanmak üzere insanların duyması için çalınsın diye çan yapılmasını emrettiği sırada, ben uykuda iken elinde bir çan bulunan bir adam gördüm. Ey Allah'ın kulu bu çanı satar mısın diye sordum: Bunu ne yapacaksın? diye sordu. Ben: Bununla namaza çağıracağım dedim. O: Ben sana bundan daha hayırlısını göstereyim mi, dedi. Ben ona göster dedim. Şöyle dedi: Şunları söyle: "Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber, eşhedu en lâ ilâhe illallah, eşhedu en lâ ilâhe illallah, eşhedu enne Muhammeder rasûlullah, eşhedu enne Muhammeder rasûlullah, hayyale's-salâh, hayyale's-salâh, hayyale'l-felâh, hayyale'l-felâh, Allahu ekber, Allahu ekber, la ilahe illallah." Sonra benden fazla uzaklaşmadan bir parça geri gitti, sonra dedi ki: Namaz için kamet getirileceği vakit de "Allahu ekber, Allahu ekber, eşhedu en lâ ilâhe illallah, eşhedu enne Muhammeder rasûlullah, hayyale's-salâh, hayyale'l-felâh, kad kameti's-salâh, kad kameti's-salâh, Allahu ekber Allahu ekber, lâ ilâhe illallah" dersin, dedi. Sabah olunca Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'ın yanına gittim. Ona gördüğümü haber verdim. Şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki bu Allah'ın izniyle hak bir rüyadır. Bilal ile birlikte kalk ve gördüğünü ona telkin et, o da bunları ezan diye okusun. Çünkü o senden daha yüksek seslidir." Bilal'in yanında durdum, ben ezanı ona söylüyor, o da onu yüksek sesle okuyordu. Ömer b. el-Hattab evindeyken bunları duydu. Elbisesini sürükleyerek dışarı çıktı, bu arada şöyle diyordu: Seni hak ile gönderene yemin ederim ey Allah'ın Rasûlü, ben de onun gördüğünün bir benzerini gördüm. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem: "Allah'a hamdolsun." diye buyurdu.117

Ezan Şekilleri

Ezan meşruiyeti itibariyle birkaç şekilde sabit olmuştur. Bundan dolayı bu şekillerin sadece birisine bağlı kalmamak gerekir; ta ki böyle bir bağlılık olursa, sünnette sahih olarak gelmiş diğer şekiller terkedilmiş olmasın. Ezan ve ikamet bu hususta bir örnektir. Efdal olan çeşitli zamanlarda bunların birisini yapmaktır. Çünkü böylesi kapsamlı ve faydalıdır.

Ezan lafızlarının çift, kamet lafızlarının tek söylenmesindeki hikmet

İbn Hacer dedi ki: Denildiğine göre... ezan hazır olmayanlara bildirmek içindir. Bu sebeble tekrarlanır ki; onlara ulaşabilme imkânı daha çok olsun. Kamet ise böyle değildir. O hazır bulunanlar içindir. Bundan ötürü ezanın kametten farklı olarak yüksekçe bir yerde okunması müstehabtır. Ayrıca ezanda sesin kametten daha yüksek olması, ezanın ağır ağır, tane tane okunması, kametin ise hızlıca okunması müstehabtır.

Müezzinin sadece sabah ezanında "hayyeale's-salâh... hayyaale'l-felâh..." dedikten sonra iki defa "es-salâtu hayru'm-mine'n-nevm: namaz uykudan hayırlıdır" demesi meşrudur. Çünkü Ebu Mahzure şöyle demiştir: Ey Allah'ın Rasûlü bana ezan sünnetini öğret... Bu hadisde şu ifadeler de yer almaktadır: "...Sabah namazı ise es-salatu hayru'm-mine'n-nevm, es-salatu hayru'm-mine'n-nevm, Allahu ekber, Allahu ekber, la ilahe illallah"125 dersin.

İkamet halinde de, yolculuk halinde de ezan okumak meşrû’dur. Çünkü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem böyle yapmış ve bunu Malik b. el-Huveyris’e ve arkadaşlarına emretmiştir: "...Namaz vakti girdi mi sizin için biriniz ezan okusun..."126

(Peygamber bunu emrettiğinde) Malik ve arkadaşları bir yolculuğa çıkmak üzere idiler.

Bir kimse uykudayken bir namazı geçirir yahut unutursa onu hatırladığı takdirde kılmalıdır. Ancak onu kılmadan önce bu namaz için ezan ve kamet getirmelidir. Çünkü Amr b. Umeyye ed-Damrî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir yolculukta Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte idik. Sabah namazına uyanamadı. Nihayet güneş doğdu. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem uyandı ve: “Kalkınız buradan başka bir yere” dedi. Sonra Bilal'e emir verdi. O da ezan okudu. Sonra abdest aldılar ve iki rekat sünneti kıldılar. Daha sonra Bilal'e emretti, o da kamet getirdi. Peygamber onlara sabah namazını kıldırdı."127

Kazaya kalmış namazlar birden çok olursa, bir tek ezan ile fakat herbir namaz için kamet getirerek onları kılar. Çünkü Hendek gazvesinde müşrikler Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'i uğraştırmış ve dört vakit namazı kılamamış, gecenin bir bölümü geçip gitmişti. Fırsat bulunca Bilal'e emir verdi. O da bir tek ezan okudu. Sonra öğle namazı için kamet getirdi, sonra ikindi için, sonra akşam için, sonra yatsı için ayrı ayrı kamet getirdi.

Ezanın Şartları

Ezan için aşağıdaki şartlar aranır:

1. Vaktin girmesi. Çünkü: "...Namaz vakti girdi mi sizin için biriniz ezan okusun..." hadisi bunu gerektirir. (Hadisteki ifadesiyle:) “namazın hazır olması” (tercümede gösterildiği gibi) vaktinin girmesi demektir. Ezan ise vaktin girdiğini bildirmektir. Böyle bir iş ise vakit girmeden önce olmaz.

İbnu'l-Münzir dedi ki: İlim ehlinin icmâ’ına göre fecir (sabah) namazı dışında bütün namazlar için vakti girdikten sonra ezan okuma sünnettendir. Çünkü ezan vaktin girdiğini bildirmek için meşru kılınmıştır. Dolayısıyla ezandan gözetilen maksadın ortadan kalkmaması için vaktinden önce meşru olamaz.128

2. Müslüman olmak.

3. Akil ve baliğ olmak. Çünkü böyle olmayanlara güven olmaz.

4. Erkek olmak. İbn Ömer Radıyallahu anh dedi ki: "Kadınlar için ezan da, kamet de yoktur."129 Dolayısıyla kadın ezan okumaya ehil değildir.

İbn Kudame dedi ki: Bu hususta bir görüş ayrılığı bilmiyorum... İmam Ahmed'den: Eğer okurlarsa bir mahzur yoktur. Eğer okumazlarsa bu da caizdir, dediği rivayet edilmiştir.130

5. Nass ile vârid olandan eksik ya da fazla olmaması. Çünkü ezan bir ibadettir. İbadetlerin esası ise ittibadır. Çünkü Âişe Radıyallahu anha şöyle demiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Her kim bizim bu işimize uygun olmayan bir amelde bulunursa, o merduttur."131

6. İsterse çölde tek başına olsun sesini yükseltmek. Çünkü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem: "Biriniz sizin için ezan okusun."132 diye buyurmuştur. Onun "sizin için" diye buyurması başkalarına duyurmak için sesi yükseltmeye bir işarettir. Sesini kısan bir kimsenin ezanı sadece kendisi için olur. Abdu'r-Rahman b. Abdullah b. Abdu'r-Rahman b. Ebi Sa'sa’a el-Ensari -el-Mazini-'nin babasından rivayet ettiğine göre babası ona şunu haber vermiş: Ebu Said el-Hudri Radıyallahu anh ona dedi ki: "Ben senin koyunları ve çölü sevdiğini görüyorum. Sen koyunların arasında ya da çölde olup da namaz için ezan okuyacak olursan, yüksek sesle ezan oku. Çünkü müezzinin okuduğu sesin vardığı yere kadar cin ya da insandan her kim onu işitirse mutlaka kıyamet gününde onun lehine şahitlik eder.” Ebu Said dedi ki: "Ben bunu Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'den duydum."133

7. Manayı değiştirmeyecek şekilde ezanın okunması.

Müezzinin okuduğu ezan ile Allah'ın rızasını araması. Küçük ve büyük hadesten tâhir olması (abdestli bulunması), Kıbleye dönerek ayakta ezan okuması, hayyeale'-salah dediğinde sağa dönmesi, hayyeale'l-felâh dediğinde sola dönmesi, Bilal Radıyallahu anh'ın uygulaması dolayısıyla parmaklarını kulaklarına sokması müstehabtır.

Muaviye Radıyallahu anh'dan dedi ki: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'i şöyle buyururken dinledim: "Müezzinler kıyamet gününde en uzun boylu kimseler olacaktır."134

Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan rivayete göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "İnsanlar ezan okumakta ve birinci safta namaz kılmakta neler olduğunu bilselerdi, sonra da bu iş için (bu husustaki anlaşmazlıklarını çözmek üzere) kur'a çekmekten başka bir yol bulamayacak olsalardı, kur'a çekme yoluna başvururlardı."135

Ezanı duyan kimsenin söylenenleri tekrar ederek, müezzinin dediği gibi söylemesi sünnettir. Çünkü Ebu Said el-Hudri Radıyallahu anh'dan gelen rivayete göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Ezanı duyduğunuz vakit müezzinin dediği gibi siz de söyleyiniz."136 Ancak hayyaale's-salah ile hayyaale'l-felah cümlelerinde: "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah: Allah ile olmadıkça hiçbir şeye güç ve kuvvet yetirilemez." der. Ayrıca Ömer b. el-Hattab Radıyallahu anh'dan şöyle dediği de rivayet edilmiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "...Sonra hayyeale's-salah dedi. O: lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah buyurdu. Sonra (müezzin): hayyeale'l-felah dedi. O (Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem) lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah, dedi."137

Müezzine, müezzinin sesini duyana, müezzine karşılık verene, bundan sonra Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'e salavât getirmesi, daha sonra Allah'tan ona "el-vesîle"yi vermesini istemek sünnettir. Çünkü Abdullah b. Amr b. el-Âs Radıyallahu anh'dan gelen rivayete göre o Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'i şöyle buyururken dinlemiştir: "Müezzini duyduğunuz vakit onun dediği gibi deyiniz. Sonra bana salât (ve selâm) getiriniz. Çünkü kim bana bir defa salât (ve selâm) getirirse, Allah onun karşılığında ona on defa salât getirir. Sonra benim için Allah'tan "el-vesile"yi dileyiniz. Bu, cennette Allah'ın kullarından sadece bir kula verilecektir. Onun kendim olacağımı ümit ederim. Her kim benim için "el-vesile"yi isterse, benim de şefaatim ona helâl olur."138

Câbir b. Abdullah Radıyallahu anh'dan rivayete göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Her kim ezanı duyduktan sonra”:



Ey bu eksiksiz davetin ve kılınacak olan namazın Rabbi olan Allah'ım! Sen Muhammed'e el-vesîle’yi (denilen o makamı) ve "fazilet"i ver. Onu kendisine vaadettiğin "Makam-ı Mahmud'a yükselt." derse kıyamet gününde benim şefaatim ona helâl olur."139

4. Kıble’ye Yönelmek (İstikbal-i Kıble)

"Kıble"nin sözlük ve şer'î anlamı:

Sözlükte kıble, cihet demek olup, kendisine yönelinilen herbir şey demektir.

Şer'î bir terim olarak kıbleden kasıt, el-Beytu'l-Haram'dır yani Ka’be'dir.

Kıble'ye yönelmenin (istikbâlin) hükmü

Namaz sırasında Beyt-i Haram'a yönelmek vacib (farz)dir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz yüzünü göğe doğru evirip çevirmeni elbette görüyoruz. Onun için andolsun seni hoşnut olacağın kıbleye döndüreceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram'a (Ka’be'ye) doğru çevir! Siz de nerede bulunursanız, yüzlerinizi o yöne çeviriniz." (el-Bakara, 2/144)

Buna göre kıbleye yönelmek namazın sıhhati için bir şarttır. Çünkü Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem namazını doğru dürüst kılamayan kişiye şöyle demişti: "...Namaz kılmak için kalkacak olursan, iyice abdest al! Sonra kıbleye yönel ve tekbir getir..."140

el-Berâ b. Âzib Radıyallahu anh dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte Beytu'l-Makdis'e doğru yaklaşık onaltı ay ya da onyedi ay namaz kıldık. Sonra Ka’be'ye doğru döndürüldük."141 Bazı rivayetlerde belirtildiğine göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Mekke'de hicretten önce iki rükün arasında Ka’be önünde ve yüzü Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kılardı.

Ka’be'yi görme imkânını bulan bir kimse için bizzat Ka’be'ye yönelmek icab eder. Eğer onun ile Kabe arasında herhangi bir engel bulunursa, Ka’be'nin bulunduğu tarafa yönelir ve imkân olduğu kadarıyla bunu tetkik eder. Çünkü yüce Allah: "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez." (el-Bakara, 2/286) diye buyurduğu gibi; bir başka yerde de: "O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun." (et-Teğâbun, 64/16) diye buyurmaktadır.

Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bize bir hutbe irad etti ve şöyle dedi: "Ben size herhangi bir hususu emredecek olursam, ondan gücünüz yettiği kadarını yapınız."142

İlim ehli de şöyle demiştir: Az miktardaki bir sapmanın zararı olmaz. Çünkü Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan rivayete göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Doğu ile batı arası kıbledir."143 Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bunu Medinelilere söylemişti. Çünkü onların kıblesi güneydedir.

Kıble Nasıl Bilinir?

Kıble mescidlerde mihrablarla yahut pusula ile bilinebilir. Şâyet bulut yahut karanlık gibi bir sebeple belli olmayacak olursa kıbleyi gösterecek bir kimseye sorulur. Eğer bunu da bulamazsa bu sefer kendisi ictihad eder (kanaatine göre tesbit eder) ve ictihad ettiği tarafa doğru namaz kılar. Namazı sahih olur, iâde etmesi de gerekmez. Hatta namazını bitirdikten sonra hata ettiğini anlasa bile. Eğer namaz kılmakta iken kıble tarafını tesbitte hata ettiğini öğrenirse, kıbleye yönelir ve namazını kesmez. Buna delil de İbn Ömer Radıyallahu anh'ın naklettiği şu rivayettir. O dedi ki: İnsanlar Kuba mescidinde sabah namazını kılmakta iken bir kişi onlara gidip şöyle dedi: "Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in üzerine bu gece Kur'ân indirildi ve ona Ka’be'ye yönelmesi emrolundu. Onlar da Ka’be'ye yöneldiler. O sırada yüzleri Şam'a dönük idi, Ka’be'ye döndüler."144

Bu hadiste konumuza delil teşkil eden taraf onların kıble değişip, Kabe'ye doğru döndüklerinde namazlarını kesmedikleridir. Eğer kıble cihetinde ihtilâf olursa, herkes inandığı tarafa doğru namaz kılar. Kıblenin alâmetini bilmeyen kimse bu hususta bilene tabi olur.

Kıble'ye yönelmek yükümlülüğü ne zaman kalkar?

Aşağıdaki yerlerde kıble'ye yönelme yükümlülüğü kalkar.

1. Kendisini yönlendirecek kimse bulamayan âmâ, yanında kendisini yönlendirecek kimse olmayan hasta, kıble cihetinden başka bir tarafa zincire vurulmuş esir gibi, bundan aciz kalınması hali. Bu gibi kimselerin kıbleleri yönelebildikleri taraftır. Çünkü yüce Allah: "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez." (el-Bakara, 2/286) diye buyurmaktadır. Ayrıca Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem de şöyle buyurmuştur: "...Size bir şeyi emredecek olursam, ondan gücünüz yettiği kadarını yapınız."145

2. İnsan ya da başka bir varlıktan canına ya da malına gelecek zarardan korkması halinde korkan kişi yönelebileceği tarafa yönelir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır, "Şâyet korkarsanız o halde (namazı) yaya olarak veya binek üstünde (kılın)." (el-Bakara, 2/239) Burada "yaya olarak" ayaklarınızın üzerinde yürüyerek demektir ve böyle bir iş kıble cihetine olmayabilir. İbn Ömer Radıyallahu anh dedi ki: Kıbleye yönelmiş olanlar olarak ya da ona yönelmeksizin demektir. Malik dedi ki; Nafî dedi ki: "Ben Abdullah b. Ömer'in bunu ancak Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'den diyerek zikrettiği görüşündeyim."146

3. Yolcu kimse nafile namaz kıldığı takdirde. Çünkü Muslim'in Sahih'inde sabit olduğuna göre İbn Ömer Radıyallahu anh'dan; Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bineğin üzerinde, bineği onu hangi tarafa döndürürse, öylece namaz kılardı, diye rivayet etmektedir.147

Enes Radıyallahu anh'ın rivayet ettiği hadise göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem yolculukta iken nafile namaz kılmak istedi mi devesi ile kıbleye yönelir, tekbir alır, sonra da bineği kendisini hangi tarafa döndürürse, o tarafa doğru namaz kılardı.148

Binek üzerinde olan kişi bineği üzerinde nafile kılar. İftitah tekbirini aldığı vakit kıbleye yönelmesi müstehabtır. Rükû ve sücûdu ima ile yapar. Sücûd için yaptığı ima rükûdan daha çok eğilerek yapılır ve bineği hangi tarafa doğru dönerse o tarafa doğru namaz kılar.

Namaz kılan kimse kıbleye yönelirken bu yönelmesi ile yüce Allah'a ibadet ettiği şuurunda olmalıdır. Çünkü o bu haliyle O'nun emrini yerine getirmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Siz de nerede bulunursanız, yüzlerinizi o yöne çeviriniz." (el-Bakara, 2/144) Buna göre kalbiyle namazında kendisini yaratana yönelmelidir.

Müslümanları namazlarında biraraya getiren birlik şuuru ne kadar güzeldir! Onlar tek bir rabbe ibadet ederler, tek bir kıbleye yönelirler. Akide ve yaşayışları itibariyle din birliği etrafında birlik olurlar. Bu gerçekten insan ruhunu izzet ve güven ile güç, yakîn ve sebat ile dolduran bir duygudur.

5. Farz namaz için vaktin girmesi

Namazın öncesindeki hususlardan birisi de vaktin girmesidir. Vakit girmeden önce namaz olmaz. Çünkü namazın mutlaka süresi içerisinde edâ edilmesi gereken ve çıkmadan önce muayyen olarak yerine getirilmesi gereken sınırlı vakitleri vardır. Çünkü yüce Allah: "Çünkü namaz mü'minler üzerine vakitleri belli bir farzdır." (en-Nisa, 4/103) diye buyurmaktadır.

İslam bir gece ve gündüzde farz kılınmış namazların sayılarını belirtmiş bulunmaktadır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Güneşin (batıya doğru) kaymasından, gecenin karanlığına kadar namazı dosdoğru kıl. Sabah namazını da çünkü sabah namazı tanık olunan (bir namaz)dır." (el-İsra, 17/78)

Güneşin kayması (dulûku'ş-şems) semanın ortasından batıya doğru kayması demek olup, öğle vaktinin başlangıcıdır. "Gece karanlığı (gasaku'l-leyl)" ise gece karanlığının başlama zamanıdır. Bunun kapsamına ikindi, akşam ve yatsı namazları girer. "Sabah namazı (Kur'ânu'l-Fecr)" ise sabah namazının kılınması gereğine işarettir. İşte bu âyet-i kerimede namaz vakitlerine topluca bir işaret vardır.

Enes Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir adam Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'e şunu sordu: Ey Allah'ın Rasûlü! Allah kullarına kaç vakit namaz kılmayı farz kıldı? Şöyle buyurdu: "Allah kullarına beş vakit namaz farz kıldı." Adam: Ey Allah'ın Rasûlü, bunlardan önce veya sonra bir şey var mı? diye sordu. Peygamber şöyle buyurdu: "Allah kullarına beş vakit namazı farz kıldı." Adam bunlara fazla bir şey katmayacağına ve onlardan bir şey eksiltmeyeceğine yemin etti. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem: "Eğer doğru söylerse (dediği gibi yaparsa) kesinlikle cennete girecektir."149

Vakit namazın en önemli ve riayet edilmesi en çok gereken şartıdır. İsterse bundan dolayı başka şartlar geçecek olsun. Mesela vakit çıkar korkusuyla teyemmüm etmek ya da yine vakit çıkar korkusu ile avretini setretmemesi gibi.

Namazların vakitleri

Sabah namazının vakti: Fecr-i sâdıkın görülmesinden, güneşin doğuşuna kadardır.

Öğle namazının vakti: Güneşin, semânın ortasından batıya doğru kaymasından itibaren başlar, herşeyin gölgesi kendisinin bir katı oluncaya kadar devam eder.

İkindinin vakti: Öğlenin çıkışından itibaren başlar. Güneş sararmaya başlayıncaya kadar devam eder. Herşeyin gölgesi iki katı oluncaya kadar da söylenmiştir.

Akşamın vakti: Güneşin batımından başlar. (Batıdaki) kırmızı şafağın kayboluşuna kadar devam eder.

Yatsı vakti: Kırmızı şafağın kayboluşundan itibaren başlar, gece yarısına kadar devam eder. Gecenin üçte birine kadar devam eder denildiği gibi, fecrin çıkışına kadar devam edeceği de söylenmiştir.

Sünnet namaz vakitlerini sınırlandırmış bulunmaktadır. Cabir b. Abdullah Radıyallahu anh'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Cebrail Aleyhisselam Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'e güneş zeval bulduğu vakit geldi ve: Kalk ey Muhammed güneş kaydığı zamanda öğlen namazını kıl, dedi. Sonra herşeyin gölgesi bir katı kadar olana kadar bekledi ve ikindi için ona gelip: Kalk ey Muhammed ikindi namazını kıl, dedi. Sonra güneş batana kadar bekledi, yine ona gelerek: Kalk akşam namazını kıl, dedi. Peygamber de güneş tam batınca kalktı, akşam namazını kıldı. Sonra şafak (batıdaki kızıllık) kayboluncaya kadar bekledi ve ona gelerek: Kalk yatsı namazını kıl, dedi. Peygamber de kalktı yatsı namazını kıldı. Sonra sabah vakti fecr doğunca ona geldi ve: Kalk ey Muhammed namaz kıl, dedi. O da kalktı sabah namazını kıldı. Daha sonra ertesi gün ona bir adamın gölgesi kendisi kadar olduğu zaman geldi ve ona: Kalk ey Muhammed namaz kıl, dedi. Peygamber de öğlen namazını kıldı. Sonra Cebrail Aleyhisselam ona bir adamın gölgesi iki katı olduğu zaman geldi ve: Kalk ey Muhammed namaz kıl, dedi. O da ikindi namazını kıldı. Sonra akşam için güneş batınca -tek bir vakit olarak ve ondan sonraya kalmayarak- geldi ve: Kalk namaz kıl, dedi. O da akşam namazını kıldı. Sonra gecenin ilk üçte biri geçtiğinde yatsı vakti ona geldi ve: Kalk namaz kıl, dedi. O da yatsı namazını kıldı. Sonra ortalık iyice aydınlandığı sırada sabah için ona geldi ve: Kalk namaz kıl, dedi. O da sabah namazını kıldı. Sonra (Cebrail) dedi ki: Bu iki vakit arasındaki süre hepsi de (o namaz için) vakittir, dedi."150

Namaz nasıl vaktinde kılınmış olur?

Bilerek olsun, kasten olsun vaktinden önce kılınan namaz yerini bulmaz. Şer'î bir mazeret olmadan vaktinden sonraya bırakmak da haramdır. Vakte yetişmek ise, ancak (vakit içinde) tam bir rek'at kılmak ile mümkün olabilir. Çünkü Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan rivayete göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Her kim namazın bir rek'atini yetişip kılabilirse namazın tamamına yetişmiş demektir."151

Bu bütün namazlar için geçerlidir. Ayrıca Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem da şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse güneş batmadan önce ikindi namazından tek bir secdeye (rek'at kılabilmeye) yetişirse, namazını tamamlasın ve eğer güneş doğmadan önce sabah namazından tek bir secdeyi yetiştirebilirse namazını tamamlasın."152

Hadisteki "secde" tabiri rek'at demek olup, bu şekilde kılınabilinen bir namaz, vaktinde edâ edilmiş sayılır.

Bir rek'atten daha azını yetiştirebilen ise namazı yetişmemiş olur. Namazı bu vakte kadar kasten ertelemek ise caiz değildir.

Mazeretsiz olarak namazı geciktirmenin hükmü

İlim adamları namazı mazeretsiz olarak vaktinden sonrasına erteleyen kimsenin hükmü hakkında farklı görüşlere sahibtir. Öyle bir kimse namazını kaza etmeli midir? Yoksa kılacağı namaz onun için yeterli midir? Bu hususta iki görüş vardır:

1. Cumhûrun (fukahanın büyük çoğunluğunun) görüşüne göre böyle bir namaz geçerlidir; fakat kazasını yapması icab eder. Çünkü Ebu Hureyre Radıyallahu anh'ın rivayetine göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Her kim uyuduğu için yahut unuttuğundan ötürü bir namazı kılamayacak olursa, onu hatırlayacağı vakit kılsın."153

Mazereti olanın durumu bu olduğuna göre; kasten bu duruma düşenin böyle olması öncelikle sözkonusudur. Dört mezheb imamı bu görüştedir.

2. Şeyhu'l-İslam (İbn Teymiye'nin) kabul ettiği ve aynı zamanda Zâhirî mezhebinin de görüşü ise, böyle bir namazı kaza etmeyeceğidir. Kaza etse bile namazın yerini bulamayacağıdır. Bunun için de: "Çünkü namaz mü'minler üzerine vakitleri belli bir farzdır." (en-Nisa, 4/103) buyruğunu delil gösterirler. Buna göre namazın vaktinden önce ya da sonra kılınması Allah'ın tesbit ettiği zamandan bir başkasında eda edilmeye çalışılmış olur. Âişe Radıyallahu anha'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Kim bizim şu işimize uygun olmayan bir iş yapacak olursa, o merduttur."154

"Her kim uyuduğu için yahut unuttuğundan ötürü bir namazı geçirecek olursa, onu hatırlayacağı vakit kılıversin."155 hadisi hakkında da şu cevabı verirler: Aslında mazereti olan kimsenin bu şekilde kılacağı namaz kaza değildir, aksine bir edadır. Mazereti olmayan kimse için de kaza etmesinin vacib olmadığını söylemeleri, onun yükünü hafifletmek maksadı ile değildir. Aksine bu onun için ibretli bir cezadır. Allah'tan namazını kabul etmemesi şeklinde bir cezadır.

Bundan dolayı farz olan namazı vaktinde eda etmek icab eder. Mazeretsiz olarak onu vaktinden sonraya bırakan kimse pek büyük bir günah kazanmış olur. Mazereti dolayısıyla geciktiren böyle değildir. Onun için günah yoktur. Hatta mazeret bazan namazı ıskat dahi edebilir (kaldırabilir). Ay hali ve lohusa olan kadının durumu gibi. Bu durumda olanların ay hali ve lohusalık zamanı içerisinde kılmadıkları namazlarını kaza etmeleri sözkonusu değildir. Bazen de özür namazı vaktinden sonraya bırakmak için mübah bir sebeb de olabilir. Uyuya kalmak ve unutmak gibi.

Vaktinde kılınmayan namazların ilk fırsatta ve sıralarına uygun olarak kaza edilmeleri gerekir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Beni hatırlamak için (ya da hatırlayınca) namaza kalk!" (Taha, 20/14) Ayrıca Enes Radıyallahu anh'dan rivayete göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Her kim bir namazı unutacak olursa, onu hatırlayınca kılıversin. Bunun daha başka bir keffâreti yoktur."156

Kılınamayan namazları kaza ederken sıraya (tertibe) riayet etmek gerekir. Çünkü Hendek'te Ahzab (İslam’a karşı ortak cephe oluşturan gürühlar) Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in güneş batıncaya kadar ikindi namazını kılmasına imkân vermeyince, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem önce ikindi namazını, sonra da akşam namazını kıldı. Cabir b. Abdullah Radıyallahu anh'dan şu rivayet gelmiştir: Ömer b. el-Hattab Hendek günü güneş battıktan sonra geldi. Kureyş kâfirlerine sövüp saymaya başladı. Ey Allah'ın Rasûlü dedi. Güneşin batmasına az bir zaman kalıncaya kadar ikindiyi neredeyse kılamayacaktım. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Allah'a yemin olsun ben dahi kılamadım." Bunun üzerine Buthan denilen yerde kalktı, namaz için abdest aldığı gibi biz de namaz için abdest aldık. Güneş battıktan sonra ikindi namazını kıldı. Sonra da akşam namazını kıldı.157

Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem yolculuk halinde namazı cem’ ettiği vakitte ilk namazı sonraki namazdan önce kılardı.

Eğer namaz kılan kişi kazaya kalmış olanı kılmaya başladığı takdirde vakit namazının çıkacağından korkarsa, o zaman önce vakit namazını kılar. Namazı geçirdiği hale bağlı olarak -rekatlerinin sayıları, gizli ya da açık okunması bakımından- ve niteliklerine uygun şekilde namazını kaza etmesi gerekir. Eğer yolculukta iken ikamet halinde kılmadığı bir namazı hatırlayacak olursa, ikamet halinde kılması gereken nitelikleriyle eda eder. Aksi de böyledir. Çünkü Ebu Katade uyuyup, sabah namazına kalkamadıklarını, güneş doğuşundan sonra uyandıklarını naklettiği bir hadiste şunları söylemektedir: "...Sonra Bilal namaz için ezan okudu. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem iki rekat namaz kıldı. Sonra sabahın farzını kıldı ve her gün ne yapıyor idiyse onları yaptı..."158

el-Hattâbî dedi ki: "Bu hadiste eğer namaz kılınması yasak olan bir vakitte geçirdiği namazı hatırlayacak olursa, o vakitte namazını kılacağına ve onu ertelemeyeceğine delil vardır."

4 yorum: